-12 sıcaklığında (!) bir gündüz ve öğlesi, akşamı, gecesi, henüz plânlanamadan sona ermiş verimsiz bir gün devamı..
bazen daraltılar geliyor...
sonra sabah oluyor...
geçiyor bir süre sonra...
müzik iyi geliyor...
...
birbirimize iyice zaman tanıdık değil mi?
yeterli diye bir şey yok ama...
kifayeti az idare ederler var ve bu, bana göre idare eder şimdilik...
şu, bu, o, geçsin de bakarız...
hallederiz, bir çok şeyde olduğu gibi... bakarızların içinde en akla yakın duranı, en olası plânlarımıza ekleriz daha sonra...
zaman geçiyor... sonra o heves de geçiyor bir süre sonra...
müzik iyi geliyor...
soğuktan acıtan, keskin ve karsız bir kış Ankara'sına rengini veren bir kaç güzellikten birini gördüm bugün karşımda... dün müydü yoksa? adını koyamadım... henüz bir ismi yok...
adı: "planlar ve benim onları gerçekleştirebilme ihtimalim" şimdilik...
yeni bir ev, yeni bir arabadan daha kolay, belki daha zor... her zaman kesitiremiyor insan... birinin olasılığı cebindeki para, diğerininki biraz şans biraz sabır büyük ihtimalle...
eksik parçaların yerini bulması, bir düğmeye basınca ertelediğimiz ve bu
ertelemelere mantıklı(!) onlarca bahaneler bulduğumuz zaman kaybından
elimizde kalanlar büyük olasılıkla...
nadas by Feridun Düzağaç on Grooveshark nadas'a yatırdığımız ayrı hisler, aynı hayaller vardır bazen...
"DON QUIJOTE"
yeni yıla bu güzel hediye ile başladım ki; bir kitap, bir defter ve bir
kalemin hayatımdaki yerini bilenler yüzümü nasıl güldüreceklerini de çok
iyi biliyorlar...
Teşekkürler Duysal
Miguel de Cervantes Saavedra
Yapı Kredi Yayınları
şubat 2010
dipnot: yeni yıla Cem'in pek şahane kokteyli ile tam olarak aşağıdaki tweetde bahsi geçtiği gibi girizgah yaptık ki vurmadan sarhoş eden kokteyl deneyimleri için lütfen Cem'e başvurunuz... :)
"Işıl'ın bloguna 2 gün önce yazığı "Dijital hayatlarımız da zamanın içinde küçük bir nokta" yazısı ile dile getirdiği, pek güzel yazısına istinaden benim de aklımda bir iki fikir parladı..."
-çok bazen de hiç mi?
günümüzü kendi içimize hapsedip, sosyal(!) olurken, -bu durum göreceli de olsa- asosyalleşme riskini de fazlasıyla yaşamıyor değiliz... "bir iPhone'un peşinde hayatını karartanlar dizisi" bile yazılabilir belki bu durum için...
İdefix
sitesi ve Sabitfikir Dergisi birlikte, 2011 yılının en iyi romanlarını
seçip, Türkiye’de basılmış romanlar arasından en iyilerini bulup
çıkarmak için sanat ve edebiyat insanlarıyla konuşup anket yaptılar
ve sonunda böyle bir sonuca ulaştılar…
Bir mail grubunda dolaşan bir mailin çok sevdiğim bir yakınım tarafından bana ulaştırılması ile haberdar olduğum bir mail paylaşımından bahsedeceğim... *
Cihan durumu güzel özetlemiş aslında, hepsi Tim Burton yüzünden... :)
Pembe mezarlık, şekerden tabut, çürük çilek kokusu... Hep Tim Burton yüzünden oldu bunlar. — (@AbSurDMaN_) December 24, 2011 Konu: Model Grubu'nun Gençlere Kötü Örnek Olması
gruba düşen maili ve buna cevaben bahsi geçen yakınımın verdiği cevabı yazıyorum...
Sizleri Rtük kurumunu aramanızı rica etmek icin bu maili
gonderiyorum. Grup "MODEL" isimli müzik grubunun "PEMBE MEZARLIK" isimli
şarkısının sözlerini şikayet etmemiz gerektigini dusunuyorum. Sarkının
sozlerinin degistirilmesi bence yeterli degil cunki melodi ile sozler
beyinlere birlikte işledigi icin melodiyi dinlemeleri de eski sozleri
hatırlatacaktır.
gerçi burada oturup, ahkâm kesmenin manâsı yok da, ancak yine de bir değinmek gerekebilir nelerin değiştiğine dair #newtwitter konusunda.
öncelikle belirteyim... "bu yeni twitter beni sarmadı"cılardanım ben de...
ancak yeninin de yenisi bir twitter bu. zaten daha henüz yenilemişti kendini... muhtelif zamanlarda "yenilendim ben "diye karşımıza çıkan, sonra tekar eskiye dönen, bir heyecanlı, bir şakacı platform:)
sevgilisinden ayrılıp da, psikolojik iyileştirme çalışmaları yapan genç kızlarımız gibi bir çehre değişimi, bir kendini ferahlatma çabalamaları... e olmuş az buçuk diyelim de yine de sıkıntılı zaman zaman...
inceleme:
öncelikle mobil [(ios) diğer sistemleri bilemiyorum] ve web twitter olarak ikiye ayırmak lazım olayı...
tasarımı ekşi sözlük kullanıcılarına yabancı gelmeyecek şekilde, sol frame mantığında işliyor biraz. ülkelere göre trend olan #hashtaglar solda, sağ tarafa da bununla ilgili tweetler geliyor...
geç bir yazı oldu... taslak halindeydi şimdi toparlayıp gönderebiliyorum...
-"herkes hak ettiğini yaşar"
-"hem polise askere taş atıyorsunuz, hem de sonra yarım istiyorsunuz"
-"allahın sopası yok"
-"ilahi adalet"
-"pkk lı olanlar geberdi"
-"allah diyarbakır a da nasip eder inşallah"
-"hakkari ve şırnak toprağın altına gömülmüştür umarım"
gibi birbirinden korkunç yorumları yaptığımız bir deprem felaketi ardından, yine de insan olduğumuzu hatırlayıp, iyi ki "şimdi kenetlenmeyeceksek, ne zaman yardım için el uzatacağız" sorusunu kendine soran büyük bir kesim var…
kızgın olduklarını, kırgın kaldıklarını rafa kaldıramıyor insan... o raf da, o tozlu aralık da hep orada öyle durdukça, bir şekilde gücünü kuvvetini toparlayıp, vazgeçebilmeyi beceremiyor...
aynı nefesi alıp, aynı kaptan yemek yemek zorunda kaldığında bunu daha da iyi anlıyor...
"ama gun gelecek ve ben o sesleri, o yüzleri asla yüzümde hissetmeyeceğim" dediğinde bile hep bir ihtimalin ufak bir parçasını kıyısında, köşesinde, bir yerlerde tutabiliyor...
“Kadına
Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele ve Dayanışma Günü”nde biz erkekler
olarak:
Kadına yönelik her türlü şiddetin;
Acı ve ızdırap veren, yaşam hakkını tehdit eden,
temel bir insan hakkı ihlali
olduğuna,
Toplumu derinden yaralayıp zayıflattığına, aile birliğini zedeleyip, anne ve
çocuk sağlığını bozan son derece önemli bir halk sağlığı sorunu
olduğuna,
Kadına yönelik şiddetin katı töre, gelenek gibi hiçbir gerekçe ile asla
meşrulaştırılamayacağına inanıyoruz.
Hayat arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, annemiz, geleceğimizi emanet ettiğimiz
evlatlarımız, kadınlar, bu toplumun yarısını
oluşturan erkeklerle aynı haklara sahip bireylerdir.
kaybettiklerimin değerini onlardan henüz yoksun değilken de gayet iyi (ve fazlasıyla) biliyordum...
en fazla "bir kez daha, bir kez daha" diye diye sarılıp sevdiğimi söyleyecek bolca vaktim olmadı belki kabul... zaten, bir kayıp ihtimali öncesi haricinde, ne zaman güzel sözlerle birini sarıp sarmaladığımı da hatırlayamıyorum...
bu, hep düşünüp de cevabını veremediğim yegane sorulardan... kimi babaların çocuklarını uyurken sevmesi gibi garip gelen bir duruma benzer bir şey sanırım... çekingenlik hep içimize işle(til)miş bir şey... şahane eğlencemizden, kaybettiklerimize üzülmeye bazen o kadar hızlı geçiş yapıyoruz ki, gülümsememiz de yarım kalıyor, hüznümüz de...
kimi şeyler için, elimizden daha da fazlası gelebilse keşke...
çok sayılmaz belki ama asgari ücret de kazanmadığımız durumlarda, özel sektördeki bir çok işyerinde uygulanan, maaşınız ne olursa olsun şirketinizin daha az prim ödeme yolunu seçmesiyle, patronlarınızın kıçlarını eğlendirip, belki de 1-2 gecede 5000-10000 lira harcarlarken, sizin 3-5 bin lira için binbir takla atmanıza yol açan, banka yetkilisinin "kusura bakmayın beyefendi/hanımefendi maaşınız asgari ücret görünüyor, boşuna uğraşmayın size kredi çıkmaz" demesiyle de hüsranla sonuçlanacak bir girişim asgari ücret bordrosu ile kredi çekmeye çalışmak.
o bordro ki her ay asgari üzerinden işlem görecek ve siz maalesef sizi kurtaracak olan o 3-5 bin lirayı göremeyeceksiniz.
tekrar okumaya başladığımı farkettim küçük notlarını… durdukları renkli düzenli klasörlerinden çıkarıp, yeniden ve yine sabahın erken saatlerine kurmaya başladım kendimi…
sabah erkenden yatarak da kendimi kandırdığımın farkındayım...
hayatın bir mavi ekranı var… güzellikler içindeki, çiçekli böcekli maviliklerden değil bu ancak... yeşili az biraz eksik görünenlerden… yaşamı bir windows gibi ele alınca anlaşılan, çeşitli kitlenmelerde hissettiğin dumurların en doğru açıklaması olan bir "sıçtın mavisi" bu…
bir ipad 2, bir apooge jam, bir garage band ile yapılabileceklerin mini bir trailer'ını hazırladım... kısa bir zaman sonra neyi nasıl yaptığımızın görünebileceği bir video da yayında olacak...
kayıt yaparken, video çekerken, hatta videoyu editlerken bile herşey çok eğlenceliydi...
iPad2 bildiğiniz üzere bir tablet bilgisayar
apogee jam iPad + iPhone'larda ve Mac bilgisayarlarda kullanabileceğimiz bir audio ara birimi..
garageband ise iPad ve Macintosh'larda kullanılabilir bir müzik kayıt yazılımı...
bazen kendimizi çok hızlı bir başkalaşıma bırakabiliyoruz... bunu önceden kestiremiyor ve anlayamıyoruz ama o tüpün içinde hızla ilerlemekten de alamıyoruz kendimizi...
böyle zamanlarda, elini attığında ulaşabileceğin bir ilk yardım çantası olduğumu düşünüyorum. yaralarına ilk müdahaleyi yapıp, sonra da bir şey olmamış gibi beni bagajına tıktığını düşünüyorum sonra...
kabul etmesen de bu böyle, biliyorsun... olur ya bir itiraf saati yaparsan çok sevgili arkadaşlarınla bunu da bir gözden geçirirsin... o zaman hak vereceksindir...
bir sabah uyandım ve tüm nefesimin içimden çekildiğini hissettim… bunun bir anlamı olmalıydı… söyledikleri mi ? hiç bir şey olmamış gibi hayatına devam etmek isteyişleri mi? her ikisi de ya da bir çoğu daha yanında…. bilemedim şimdi hangileri olduğunu...
bir alarm çaldı ve uyandım uykumdan…. ertelenecek bir tarafı yoktu bunun… fazlasıyla geç kalınmıştı ve yeni anlıyordum günler, haftalar önce ne olacağımızı… uyanmak için bir geç kalmışlık vardı sadece.. onun idrakı da yalandan yaşanan günlerin ardından oldu...
bir kırılma yaşıyoruz içten içe… kabalaşıyor, çirkinleşiyor ve buna pek de dur demek istemiyoruz… beceremiyoruz bu dur deme anını...
sözcüklerimizi sivriltikçe, nerelere gideceğini, ne uçlara değeceğini bilemeyip, içimizde kalan son 1-2 kırıntı ne varsa vuruyoruz yüzler arasında...
bir an geliyor… hızlı hızlı zamanı geçirmeye çalıştığını farkedip, bir soğuk duş etkisinde ve aydınlık gökyüzünün altında, yanında soğuk bir bira, elinde "de profundis" le buluyorsun kendini.. için sıkıntılı, bu iyi mi kötü mü, bildiğin şeyi sorguluyorsun halâ..
şimdiye dek yaptıklarımızı, kimselerin bilmemesinin ya da bilmiyor olduğunu sanmamızın bol keseden atmayı kolaylaştırması rahatlığıyla karşılaştığımızda, bize pişkin olma gücü veren bir hissiyat var belli ki... bir kaç saat önce şunları okudum bir profilde...
"Milletin arkasından iş çevirenler,insanın yüzüne bakıp yalan söyleyenler, kendini akıllı sanıp ipliğinin pazara çıkmayacağını düşünenler. siz bi s.ktirin gidin de ortalık boşalsın.. Dünya eminim sizsiz daha iyi bir yer olacaktır.."
bu bir ajitasyon* değil bana göre... vicdanlı yanımızı kullanıp da paramızı almaya da çalışmıyorlar...
dünyanın gerçeği ve yardım edebilme imkanımız var ise zor olmayacak bir destek kampanyası..
Diyanet İşleri Başkanlığı, 1 Ağustos’tan itibaren başlattığı bu uygulama ile bütün operatörlerden
Afrika yazıp 5601’ e gönderilecek olam smsler 5 tl karşılığında olacak.
3 sms gönderince bir fitre bir iftar parası odenmiş olacaktır. trt haberi incelemek için lütfen tıklayalım:http://bit.ly/TRTAfrikaKampanya
ben bir gece, sen son lafını söyledikten sonraki o dumur sessizliğinden kaçmak için zorladım kendimi... şimdiye dek duymadığım -muhtemelen de kimseden duymayacağım- sözcüklerini bir bir akıl tahtamda bir yerlere sığdırmaya çalıştım..
ve beceremedim sanırım..
sana ihtiyacım olabilir bir gün... sevgine, sarılmana, beni güldürmene... sevmiyor olman aşikârken sırf iyi olayım diye eski sevgini gösterebilirsin belki bana... zor günlerinde yanında olmamın bir hatırı var mı bilmiyorum... şimdi ben onlardan birini kendime hak görüyorum...
ben bazen bencilim, bazen de öyle olmamanı diliyorum...
ne zaman evdeki artık tarayıcılı bir tanesini kullandığımdan pek işime yaramayan yazıcımı, crt (tüplü) monitörümü, eskiden pek sevdiğim ama şimdi pek o tarzdan hoşlanmadığımı düşündüğüm bir albümü, eski salonuma tam olan ama artık yeni evimde o kadar da içime sinmeyen halımı ya da artık yaş itibariyle pek okumayacağım kitaplarımı görsem, kime versem, ne etsem diye düşünmüşümdür hep...
facebook'ta, twitter'da yazsam, ücretsiz veriyorum diyeceğim bir şeyin altına garip bir psikolojiye bürüneceğinden kimse ben isterim diyemeyecektir... bir koltuğa 100 lira yaz herkes üşüşür ama ücretsiz veriyorum de bir garip bakar...
hadi gidelim o zaman... pılı pırtıyı toparlayıp, tek bir cümle bırakıp ardımıza gidelim...
"hoşçakal" bir veda cümlesiyse, veda etmeyelim de etiketleyelim tek tek ankara'yı bize anımsatan kim varsa mark zuckerbergin havuzunda, öyle gidelim...
avea'nın içine kaçan işportacıya atılan sandalye, kalas ve koca bir masa var
biber gazı nasıl kullanılır(?!)
ankara'da, vaktiyle maltepe pazarı kapatıldığı için yerlerinden olan, akabinde İ. Melih Gökçek'in de "o zaman akşamları konur sokakta, karanfil sokak'ta tezgah açsınlar" diyerek yüreklendirdiği işportacıların tezgahlarını kaldırmak için konur sokağa gelen Çankaya Belediyesi Zabıtaları, tam teşekküllü (!) müdahaleye hazır olmakla birlikte, "Halkçıyız Biz, Halkçı" diye bas bas bağıran Çankaya'nın adamları olarak da gayet bir ironi içinde çalışmaya başladılar...
aynı yılın aynı saati, aynı dakikası henüz birbirimizi tanımadan benzer
acıları farklı hallerde çekmiş(!) olmamız, birbirimize daha bir
anlayışla yaklaşmamızı, yakınlaşmamızı sağlardı ama birbirimizi
anlayabilmek için henüz çok erken... bu da bir gerçek...
dünya dönüyor oldukça, birileri hep yanlış zamanlarda, ne hikmetse o yanlış insanların
içinde olup, bilmeden belki de yanından geçen bir adamın yıllarca
karşılıksız sunabileceği bir sevgiden mahrum kalacaktı ya da pek sevgili
kadın, elini artık tutamadığı adamın yüzünü binbir yüzde arayacaktı...
google'ın yakın zamandaki buzz ve wave projeleriyle başarısız olması ardından, artık kesin sonuç alınacağı beklentisiyle facebook'a rakip (!) gösterilen, 31 temmuz 2011'da resmi olarak devreye girecek "Google Sosyal Paylaşım Platformu" "Google Plus (google +)" yeni özellikleriyle ilgi çekmeye çalışırken bir yandan da nasıl davetiye alırım derdine düşmemize yol açtı...
gmail hesabınıza entergre olacak bir sistem olduğu için "Google Mail" inizle birlikte kullanabileceğimiz bir hesap olduğunu belirteyim...
ayrıca android sistemli cihazlarımızda kendine has bir uygulaması var iken diğer platformlarda henüz mobil sayfadan ulaşılabiliyor.. bu da bir google'ın kendi ürünlerini sevmesi olarak adlandırılabilir. ancak iphone developer'lar tabi ki durmayacaktır..
nedir Bu Google + ?
uzun uzun anlatımlardan evvel kısa özeti şöyle gibi;
insanoğlu gün geçtikçe iki yüzlülükte sınır tanımıyor, genişlikte nice çığırlar açıyor... bunu internet üzerinden bir tıkla takip edebiliyor olmak hem garip hem mide bulandırıcı..
vaktiyle birbirine demediğini bırakmayanların saadetini, birbirlerini okşamalarını şuradan izliyorum da; böyle geniş insan olmak, denileni yutmak, dediğini yalamak zor ama imkânsız değilmiş. içi rahat ediyorsa sıkıntı yokmuş... çevresindekilere ne?
zor, sıkıntılı ve içinden kurtulma isteği duyduğum zorlu bir haftanın ardından bugün fotografçılık için küçük benim için büyük bir adım attım... pek bir güzel nikon d 90'ım oldu..
imdb (internet movie database) kullanıcılarının kendi aralarında "vay efendim lord of the rings gibisi yok" , "olur mu abicim godfather gibisi gelmedi daha" münakaşalarınla bir alta bir üste inip çıkan bir sıralamaya sahip olan bir listesi olsa da, türk film oylama sitelerindeki gibi en azından "kurtlar vadisi fık", "kurtlar vadisi fük", "recep ivedik", "maskeli beşler" gibi filmleri liste başı görmediğimiz, olabildiğince sağlıklı, No#1'den başlanıp haydi izleyelim denilecek bir liste var şimdi sırada...
Linkleri tıklarsak ilgili filmin bilgisine de ulaşabiliyoruz...
sanırım uzun bir yazı olacak. pek kestiremiyorum şimdiden...
webe ucundan da olsa bulaşıp birşeyler paylaşmak isteyenlerin aklında bir soru beliriyor son zamanlarda..
" aklımda fikirlerim, dilimde kelimelerim, makinamda fotoğraflarım, çantamda anılarım var ama bir web sayfam yok" ya da asıl soru "bir web sayfam/blog'um olmalı mı?" ne yapmak, neleri paylaşmak gerekiyor?
twitterdan takip edildikçe çoğu kez nezaketen geri dönüş yapıyorum... beğendiklerimi, hazırladığım bir listeden takip edip, herkesten gizliyorum (: ...
çok iade-i ziyaret olunca o listelerden takip etmeye başladım, daha iyi oluyormuş..
vaktiyle bir gitarist arkadaşımın, "olm bu kadın türkmüş biliyor musun, hayvan gibi (!) söylüyor şarkıyı" diye beni kandırırken tanıştığım, (yazık, demek ki o da bilmiyormuş (: sonra yıllar yılı bir türlü buna ikna olamadığım, ama adının "unknown artist- track 4" olmasından mütevellit, "kime sorsam da öğrensem"le geçen zamanların ardından bir gün yurduna bıraktıktan 1-2 saat sonra pek bir sevdiceğim bir insanın "sercaaaaan!!! biliyor musun dinlediğimiz Imogen Heap- Embers Of Love' mış" o şarkı, "hele bir de blanket'i var ki hemen dinle" diyerek beni mutlu anlara sevk eden bir kadın bu Imogen Heap.. tanısanız seversiniz öyle bir şey...
bazen bir bencillik yapıyorum ve bunu ikimiz için de iyi olduğunu düşünüp vicdanımı rahatlatıyorum(!) kızabilirsin bana evet.. uzakta durup -ama cidden çok uzakta- sesini getirmeyebilirsin de buralara artık... ona da kabul... belki kızarsan bunlara, daha çabuk uzaklaşırsın benden... ben öyle yapardım... nefret edersem düşünmezdim... ama nefret edemedim hiç o ayrı...
“23 Nisan’da Bloglar Çocukların” projesi; UNICEF ve TOHUM OTİZM sponsorluğunda, H&M ve TÜRK TELEKOM katkılarıyla bu yıl üçüncüsü düzenleniyor.
23 Nisan'da bloglarımızı küçük kardeşlerimize bırakarak H&M, 23 Nisan günü çocuklara devredilen her blog için, yardıma muhtaç çocuklara toplamda 1000 adet kıyafet bağışlıyor..
iphone'umda random parçalar birbiri ardına dönerken, bir an, tanıdık ama nasıl derler, eski bir parçanın, günümüz düzenlemesi gibi gelen, son anda koşturup "neydi yahu bu, hangi ara atmışım player'a" dediğim bir naif şarkı geliyor şimdi.. norveçin havasından mıdır suyundan mıdır bilinmez müzikal dehlizine doyamadığımız diyarından, simon and garfunkel'e yanıt olarak geldiğini diyenler yanlış demiyorlar sanki...
röyksopp'la "I Don't Know What I Can Save You From" da beraber çalışmış, elektroniğe uzak ya da karşı olanların bile alttan alttan kendilerini şarkının ritmine kaptırabileceği güzellikler yaratmış bir grup "Kings of Convenience"
2006 yapımı, Dublin sokaklarında çalgıcılık yapan ve kız arkadaşı tarafından terkedilmiş bir adam ile annesi ve kızıyla yaşayan bir Çek göçmeninin müzik sayesinde tanışmaları, beraber çalmaya başlamaları ve yakınlaşmalarını anlatan "Once" filminden akılda kalan, hele ki "hayata küs" zamanlarınıza denk gelen bir şeyse, ağzınıza sıçabilecek bir şarkı geliyor şimdi..
80. Oscar ödül töreninde "Falling Slowly" şarkisiyla "best song" ödülünü kazanan, sesiyle sukûnet veren İrlandalı, The Frames’in solisti Glen Hansard ile 1988 doğumlu, piyanist, söz yazarı, müzisyen Çek Markéta Irglová'nın sesiyle başbaşayız şimdi..
iphone için olmazsa olmaz yazılımlardan paramın yettiğince aldığım, kullandığım, "valla ben bunu düşünmüştüm de yeterli tesis yoktu" dediğim aplikasyonları gün aşırı bir bir yazıp çizeceğim burada ki "o kadar para veriyorsun, ne işine yarıyor" diyenlere "neye para ödersem, güzel hizmet alırım" şeklinde açıklamalı cevaplarım olacak...
not: beğeniler yalnızca beni bağlayacağı gibi, ne bir gözü kara apple savunucusuyum (ki burada öyle olmadığım açık: http://sercansolmaz.com/blog/?p=497) ne de bu yazılımcı amcalar benden haberdar..
şimdi başlıyoruz..
1- SOUNDHOUND
(çalarken dinlet, dinlerken öğren)
evdesiniz, sokaktasınız, bardasınız, disco ya da pub'dasınız. bir parça çalıyor ve çok beğendiniz ama bilmiyorsunuz ne olduğunu... şarkı çalarken uygulamayı çalıştırıyoruz (gerçi o sırada ipodunuz da çalan no name bir parça için de olabiliyor bu özellik), kısa bir dinleme sonrası merak ettiğimiz şarkının adı, albüm adı ve yılı, albümde kaçıncı şarkı olduğu, official videosu, bu sanatçıya benzeyen diğer şarkıcıları, itunes'dan satın alma linkini ve şarkının başka görüldüğü albümler & versiyonlarıyla ilgili süper bir liste geliyor.. türkçe parçalarda da elinden geldiğince başarılı (twitpic.com/4i0jme)
yeni bir single, yeni bir grup.. Rock Mafia..
başta oyun adı gibi gelmişti ne yalan diyim (:
vaktiyle radiohead'e laf ettiği için Thom Yorke'dan "Miley daha çok küçük. Büyüdüğünde kendini bu kadar önemsememeyi öğrenir." şeklinde ayar alan, donla, gömlekle poz verip sonra pişmanım ben aybalam diye dert yanan 92'li güzel (aklı güzel olsun ama di mi!?) Miley Cyrus'un oynadığı The Big Bang, bir kısa film olan klibiyle beraber izlendiğinde lezzetini esirgemiyor bizden... ama aklıma takılan "Miley Cyrus" oynadığı için mi featuring yoksa grupta bir parmağı mı var bilemedim.. toplam 3 şarkı var, diğerleri tırt.. zaten lokomotif diye grup varını yoğunu bu şarkıya harcamış...
WordPress yönetim panelinden temalar ile ilgili bir işlem yaparken birden ana sayfa ve kendi kontrol panelinizde beyaz bir sayfa ile karşılaşıyorsanız FTP üzerinden tüm temaları kaldırıp sadece default'u bırakarak normale dönmesi her zaman çözüm olamayabiliyor...
Sanatçısı hakkında hem kısa kısa bilgilenmiş, hem de şarkılarını tadacağımız bir bölümün ilk paylaşımı Mira'dan.. Sevdiceğim ilk adını söyleyip de o fantom kamera ile çekilmiş o güzelim klibini izleyince, bir öncesini ne zaman aldığımı bile hatırlamadığım albümleri bir kenara koyup, koşar adım Dost'a gidip aldığım bir albüm Mira- Eve Dönmeliyim.. Şarkı sözlerinde kendimizin zaman zaman kurmakta zorlandığı bir ağı birbirine bağlıyorlar..
Türkçe downtempo-rock parçalar yapan Mira ilk olarak Elec-Trip Records’in “Istanbul Calling Vol. 2” albümündeki etnik ögeler tasiyan, nostaljik “Bir Gün Gelir” parçasiyla ses verdi. Bir yandan “Norrda” grubunun solisti Selen Hünerli ile birlikte yürüttükleri “Nada” projesi için Türkçe vokalli psychedelic elektronik parçalar hazirlayan Miray Kurtuluş, 2007’de Tan Tunçag ile birlikte Mira’yi kurdu.Daha sonrasında da Eve Dönmeliyim albümünü çıkardı.
insan ince olmayı, hassas, narin olmayı unutursa yaşantısının bir döneminde, o âna denk gelen her kim varsa hallice alır bundan nasibini.. insan sevdiğinden katlanır...
...
hoşgörülü davrandıkça, sevmediklerimize katlanır, alışkanlık deriz bunun adına..
içinde, bilgisayar kullanmaya başladığım ortaokul yaşlarımdan sonra zaten hiç bir vakit harflerini bitiştirmeyi beceremediğim çirkin el yazımla kimliğini bulamamış, kitaplardaki o bol süslü yazılara benzemeye çalıştıkça daha da bir çirkinleşen, bir ilkokul çocuğunun yazısı gibi karalı, pasaklı bir defterim var...
durağan hallerimden, hiç bir şeyi takmadığımı düşündüren sözlerimden bir manâ çıkarmaya çalıştığında, aslında ne denli tanışamadığımızı da anlamış oluyoruz böylece... her demi diline döktüğünde insan, kimi zaman tadını kaçırabiliyor ince çizgilerin... bazı şeylerin gözümüzün önünde ama dilimizin ucundan uzak olması daha bir insanî sanırım... gizemli kalmak için değil, tadında yaşabilmek için halleri, zaman zaman böyle gerekiyor... ayrımını kendi içimizde yapınca da daha bir anlaşılır ve anlamlı olsa gerek...
pc lerdeki gibi alışageldiğimiz türlü türlü programlara alternatifler bulamayabiliyoruz çoğu zaman şirin, mini mac'lerimizde... aslında 1-2 küçük hamle ile gereken dns'leri girdikten sonra gerek iphone, gerekse macintosh yüklü (pcler de olabilir) cihazlarımızda "youtube" benzeri türkiye'den girişi uygunsuz (!) sitelere, başbakanın "ben giriyorum siz de girin" önerisine kulak vererek giriş yapabiliriz :)
Çok sevgili arkadaşım Zeynep Tarkan'ın annesi Lale Dilligil'in sesinden Murathan Mungan dizeleri:
hayatımızı savurganca harcadığımız hallerin üzerine gelen, güzel, hüzünlü, anlamlı sözler...
Biri beyaz biri kara iki kedi.. birbirlerinin omzuna kollarını dolamışçasına birbirlerine şefkatle sarılarak, birbirlerine dayanarak yola çıkmışlar. Gölgeler akşamüstünü söylüyor. Yorgun bir günün sonunda eve dönüyorlarmış gibi. Yüzlerini görmüyoruz ama eminim mırıl mırıl konuşuyorlardır. Belli sınanmış, denenmiş bir dostluk bu, uzun yolları da göze alabilen bir dostluk