dost dediğin

gittin sen ve geri dönmeyeceksin bir daha biliyorum…

aynı şehrin iki ayrı ucunda,aynı geceyi yaşayıp, aynı yağmurlarda ıslanarak, ayrı şeyler düşündüğümüzü biliyorum artık… her yalnızlığımda senin de yalnız olduğunu ve bunun seni ne kadar da korkutabileceğini düşünüyorum…bir telefon kadar yakın olman bile korkularımı yenmeme yardımcı olmuyor… zaten aramamı söylediğinden beri ısrarla,korkuyorum elimin telefona uzanmasından her seferinde… o yüzdendir daha bir endişeleniyorum sana ben…

Nerdesin demiyorum biliyorum çünkü nerde olduğunu…bensiz herhangi bir yerdesin şimdi ve eskisi gibi umrunda olmuyor kalbimi çalışların… çoktan fırlatıp atmış olduğun kalbimin kan kaybedişleri bile merhametini etkilemiyor artık…. her yalnızlığa, yanında sırf ben olmayayım diye alışmaya çalışıyorsun… sanki dünyanın en korkusuzu gibi davranınca yalnızlığın uğramayacağını düşünüyorsun sana… kimseye ihtiyacın yoktu belki ama ben çok sensiz kalmıştım ve olanca benliğimle sana ihtiyacım vardı… bunu biliyordun… bunun seni son görüşüm olduğu için, gözlerine daha fazla doymam gerektiğini bildiğim gibi, bu çaresizliğimi gözlerimden bile apaçık okuduğunu biliyordum ben… kelimeler tükenmişti dilimde ve son cümlen diyecek söz bırakmıyordu: ”elimden bir şey gelmiyor,unuttum her şeyi”

Çocuklar var sokağımda avazları çıktığı kadar bağırmanın çocukça bir şey olduğunu bilmeden çocukluklarını yaşayan çocuklar… senin de sokağın öyle mi? avaz avaz çocukluklarını yaşayabiliyorlar mı, bizim farkına vardığımızda zamanın çok gerisinde bırakmış olduğumuz çocukluğumuzu… ama en uslusu senin kızın değil mi yine, benim her zaman Hintli güzeline benzettiğim güzel kızın? sana benziyordu kızın, sen benzetemesen de bir türlü, sana bağlı olmasını istemesen de,sana benziyordu kızın…bir şeyi yapmak istemediğinizde ikinizin de yüzü aynı asılırdı ya da kahkahalarla gülerken aynı katılıp kalırdınız birbirinize benzeye benzeye…

Ama senin sokağın köpek dolu…geceden sabaha havlamaktan ve ulumaktan yorulmayan vahşi itlerle dolu sokağın… hiç sevmezdim onları. sanki onlar köpeklerin dost canlısı olduğunu bilmezmiş gibi ağızlarından salyalar akıtarak beklerdi kapı ağızlarında, sahiplerine itaatkar olduklarını göstermek istercesine… bir sokak yakınlığında olabilmek için onlara kafa tutup göğüs germeye hazırım şimdi…

Aynı şehrin iki ayrı ucunda,aynı geceyi yaşayıp,aynı yağmurlarda ıslanarak birbirimizden habersiz,artık korkularımızın aynı olup olmadığını bilmediğim gibi, her ümitsizliğimde bir sevgili mi yoksa bir dost mu en iyi sığınak olur, bunu da bilmiyordum… sen benim en iyi dostumdun ve dostlar sevgili olamazlardı sana göre…

en sonuncu renk... 2062600097

ben sana ne çok demiştim, üzülmemek senin elinde diye... düşlerini zarar görebilmesi için umumi bir yola bıraktın ve kenara çekilip izledin üzerinden geçip gitmelerini... ezsinler, sürün ama yine de devam et tutunmaya çalışmaya...

sanırım bu hep böyle oluyor...
seni üzen bir dal varsa ona konmak daha bir güzel sanki...
anlayamıyorum işte...

istemedin ama kurtarmadın da kendini bütün bunlardan... yalan söylemediğin ama anlatmadığın hallerin gibi... bir de "ben ne yaptım ki" deyişlerin...

ne çok üzülüyorum senin için... saflığın seni nerelere götürüyor...
ben biliyorum bir tek... kalsın da öyle...

sen anlatıyorsun ve ben hep seni içimde saplı müthiş ağrılarla dinliyorum... ısrarla, sadece kendi diyeceğini bilip, odaklanır hallerde, belli etmeden ince ince deşiyorsun beni...

sen benim alışkın olduğum güzel vakitlerin en sonuncususun...

kaybettim sanırım o rengi adında kalmış seni...

2062600097


kırar geçersin...
rengini kaybettim ve geri gelmez şimdi bilirim...
bugün gördüm bunu...
sorsa mıydın yine de ya da ne yapmalıydım bilmiyorum...



üzgünüm...
senin gibi değilim ne yazık...

şehr-i kasvet

acılar şehri dediğimiz yer kalbimizin içiymiş... uzak diyarlara gitmenin pek bir, hatta hiç bir manası yokmuş içe gömülmüş acılardan kurtulmak için...

biz bi salaklık etmişiz, kopmuşuz uzaklara evimizden... ev yok, dert çok, acı bir hayli, düzelmeye çalışıyoruz şimdi döküle döküle...

kendi eden kendi bulur....
bak bunu biliyorduk da, geç oldu kendimize söylemek için...

tüm şehir

tüm şehir gözlerimin önünden akıyor zaman zaman... kandırılmış olmanın, yalanlara göz yaşı dökmüş olmamın, gidip de dönmeyenin kahkahalarında can hıraş kalmış olmanın utancı, yenilmişliği, gurur ezikliği , her ne varsa oldu bu dünyamda... hiç beklemezdimden daha çok daha ne gelecek diye bekler oldum adım adım....

yeni bir yıla kandırılmışlıklarla girmek, yalanların orta yerinde küstah bakışlar altında eğlenilmenin tozu dumana katılmışlık üzüntüsünde kalmak, devamının da daha nicelerine gebe olduğunun göstergesi olsa gerek....

ve böyle gider olur tüm öyküler....

biri hep son kahkahasını atar neşeler içinde...

bedenen, ruhen...

kimlere mutluluk veriyor bedenin... kimlerin küçük oyunlarının bir parçasısın... elinde kırmızı bir kurdele ve birer birer bırakıyorsun ardına, birileri eğilip versin diye sonra kendi dokunuşlarıyla... sen bırak bir yerlerde küçük kırıntıları, köpeklerin getirir ne de olsa...

Herkes güzel değil mi... herkes senin için aynanın arkasındaki o beklediğin yüz... senin yüzün olmaya çalışan yüzlerce saçmalık değil mi her biri? Biliyorsun değil mi bunun böyle olduğunu? köpeklerin seni bekliyorlar kapının önünde başlarını okşamanı nasıl olsa...

sonra ateşe verip, hırpalanırken ruhun, çekip gidiyorsun olduğun yerden ve bilmiyorsun hala ne saçmalıklar içinde, gününün aslında mutluluklardan çok uzak olduğunu...

acılarımız

Acılarımız ne kadar da sadıktı bize, sanki bizden birer parça gibiydiler hepsi. Sevgilerimizse birer kiracıydı adeta... Zaptedemiyorduk bir türlü onları. Geldikleri gibi gidiyorlardı, elimizden hiç bir şey gelmiyordu....

Niye

"'Niye gidiyorsun?' diye sorardık hep, 'Niye seviyorsun?' diye
degil... 'Niye gidiyorsun, sana bunca alismi$ken... Sen bunca
ali$kanligim olmu$ken niye birakiyorsun beni?'...

Hep kötüyü ögrenmek zorundaydik. Hep terkedilmeleri, cekip gitmeleri
sorgulamak zorundaydik... Iyiyi sormazdik hic... Sebebini ögrenip
o güzelligi bir kez daha yasamak isimize gelmezdi... Nasil olsa
seviyordu ve bunu sorgulamaya hic gerek yoktu kimimimize göre..."

hazır olmak

koca bir sıfır uzaktan gelişini vurduğunda bize, buna hazırlamalıyız kendimizi... Uzun bir süre bunun farkındalığıyla yaşamalıyız...

alışıla gelmiş, hep gidecek, hiç bitmeyecekmiş gibi değil de, gittiğinde esamemiz bile okunmayacak kadar bitap düşmeye, o büyük hezimetin bizi götürüp bir daha bu diyarlara ayak bastirmayacak kadar acilar cektireceğinin bilinciyle, akibetimizi bile hatırlayamayacak kadar şuursuzluğa kapılmaya hazırlamalıyız kalbimizi...

ama bunu yapabilmek ne kadar güç gösterisi demek, onu da bilmeliyiz en başından...

zaman

"zamanın farkına varmadan yanımızdan geçmesine izin veriyoruz.... ya da göz mü yumuyoruz tüm bunlara nedir... bilmiyoruz

değişik bir ruh halindeyiz... isteklerimizi bağırmaktan korkar bir halde ama yerlerde de sürünür bir acıda mahvediyoruz kendimizi...

mutluluğun tüm ince hallerini sıkı bir elekten geçirip acıları yüzümüze vuruyoruz ve terkedip gitme zamanını bekliyoruz tüm ince halli ruhlardan kaçarcasına...

farkında olmanın hazzını yaşayıp,
acıtmanın,
kim bilir belki haklılığını anlatıyoruz kendimize kelime kelime...

bunu bir biz görürüz bize ne kadar da uzak olsa...

birimiz acısını yaşar,
birimiz bunu bilir bir halde..."
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...