yamuk prenses ve kedi cüceler


 

Aklı yerinde olanlar için yayın akışımızda bu akşam, tam da bir paranoya heyecanı sunuyoruz siz sevenlerimize. Karışmayan akıl kalmasın diye...

Saklambaç gibi tam da halimiz. Vâr olan biri daha sayamadan “yok” diyiveriyoruz.


Kim nerede belli değil. Sobelemek hiç bu kadar zor olmamıştı yamuk prenses ve kedi cüceleri..



Kaybolup gidenleri hep hatırlayacağız elbet
Mühim olan onları çekip alabileceğimiz, mucizevi şanslarımız olacak mı?


delilik




    Bu merdivenleri 3'er 5'er çıkmayı biz hiç düşünemedik. Herkes akıllı, biz deliyiz. Delilik kanımızda.

    İçimizden geçenleri söyleyemeyecek yaşı çoktan geçtik de, içimizde olup bitenleri dillendirecek cesaretten de mi yoksun kaldık?

    Hepimiz deliliğin bir adım yanında, mantıklı, mutlu, mesut bir hayatın onlarca yıl gerisindeyiz. Kendimize çekebilir miyiz sence, deha bir hayatı?


    bugün varız, yarın yokuz.
    kendi yokluğumuza başkalarını da çeke çeke, kalan son nefeslerimizi alıp veriyoruz.

körebe

hiç bir şey göründüğü kadar kötü değildir. daha kötüdür...

   biz, hayatımızı b*ktan olsun diye eksik malzemelerle inşaa etmek zorundaymışız gibi, türlü bahanelerle birbirimizden hızlıca uzaklaşmak için körebe oynuyor gibiyiz. gözlerimiz bağlı, kolumuzu, dizimizi yaralaya yaralaya kaçmaya çalışıyoruz. birimiz de akıl edip gözümüzdeki bağlardan kurtulmaya çalışmıyor nedense.
 
                                                                 ...

   canı sıkılan, sebepsiz(!) mutsuzluklar yaşayan insanları anlamak için mükemmel bir gece. empati adeta bizim elimiz ayağımız. sevdiklerimizin hatrına, kendimizi onların yerine koyduğumuz şu saatlerde siz siz olun, kimsenin köşede birikmişi olmayın...

  hiç kimse kendisine benzeyen başka bir insana maruz kalmaya tahammül edemiyor çünkü.



dün, dünde...

hayat bazen, “elinden geleni yaptığın halde, doğru düzgün bir adım atamadığın, sıkıcı bir pazar akşamı” gibi...

   dünün dünde kalmasına alıştığımı mı sandın?

   gecenin bir yarısı, yarı uykulu, aklımda kalan son iyi hallerimizi bir yerlere(!) kazırken, huzursuz uykuların mahmur sabahında,  kendi kendime seninle uyanamayışlarımı dert etmem mi sorun sence?

   bir adım daha atmaya çalışırken, atamadığımız diğer tüm büyük adımlara ayıp etmeden, şunun bir hal çaresini bulabilseydik keşke.

   bir sorunu çözebilmek için susmak ne kadar eski alışkanlığımızsa, konuşarak bir yere varamamak da bir o kadar kötü becerimiz galiba...


belki sonra yaparız dedik, kaldı öyle




   anlatacağın en güzel hikayeleri, şimdi içinde kalmış ukdelerde görüyorum,
   belki sonra yaparız dediğin tüm tatlı sohbetlerin sonrasının olamayışını da...

                                                         ...

   şu hayatta büyük yıkıntılarımız var kabul, bir de silip atabileceğimiz huzursuzluklarımız.
   hepsi sırtımıza yük, hepsi içimizden kopan büyük parça...


   Sıradaki şarkı, yitip giden ama hep içimizde kalbi atacaklara gelsin...
 ''hepimiz bu çiçekleriz. solup gitmek şöyle dursun, anımız kalırsa geriye ne âlâ...''


her hikâyenin 3 adımı var

her hikâyenin 3 adımı var...

1-bilinç
2-değişme
3-dumur

1.bilinç

heyecanına kapıldığın bir şeyler anımsa...

akılsız başın cezasını henüz kimin çekeceğini bilemediğin ilk günlerde, bilinçsizce kendini bir şeylere kaptırdığın o ilk sahneyi hatırla.

aynada her sabah, güne ne kadar heyecanlı ve pırıl pırıl,  empati yapmaktan son derece zevk alan(!) bir güzel insan gördüğünü hatırlayarak  bir sonraki adımını hisset.

2.değişme
                 
kendini mutlu edebilmek için, başkalarının mutluluklarının beklentisinde olduğunu farzet. sürprizlerinle, hayatlarına kattığın yeni alışkanlıklarla, kendine alıştırmaya çalıştığın insanları, farkında olmadan yaptığın, küçüklü büyüklü bencilliklerini hayal et.

3.dumur

ilk adımını dogru atamadığın bir yolu, sonradan geri dönülmeyecek kadar uzun yürüdüğünü düşün.
üzerine bir de uğradığın hayal kırıklarını...

her hikâyenin bir de 3 son adımı var.
''kabul, direnme, sus.''


dünyanın en büyük derdi bizim


sözlerimizin bittiği bir yer var, jest ve mimikleri bir bir sıraya soktuğumuz. hepsi kendi bencilliğimiz, her biri..

Tamam bu sefer bırakıyorum” dediğimiz onlarca şeye dört elle sarıldığımızın bir önemi var mı? Hep erteliyoruz işte. Vazgeçmeyi, boşvermeyi, bir başlangıç yapmayı, ertelemeyi bildiğimiz kadar, emeğimizi başka şeylere vermenin nasıl bir şey olduğunu hatırlayabiliyor muyuz?



Obsesyonumuza bir yön vermenin tam zamanı iken, kendi derdimizi, dünya'nın en büyük dertlerinin baş sırasına oturtup körleşiyoruz.

Cahilliği en büyük mutluluk görüp, es kaza bir öyle olabilsek, kafamıza takmadığımız onca şeyle yaşamamanın mutluluğunu anlayacağız. Al sana saf, basit mutluluk. Onu da yapamıyoruz.

Basit şeyleri büyütme şampiyonası yapılsa, üzerimize birinci çıkmayacak şu topraklardan..

Şu derken; bir an önce bir yerlere basıp gidelim de, paçayı kurtaralım dediğimiz güzide cennetten bahsediyorum.


Kış Çayı ve Ballı Zencefil Üzerine


Her sonbaharda öksürükle başlayıp, sonsuz bir döngüde, nezle, grip, soğuk algınlığı ve halsizliğe dönüşen kış hastalığımız en nihayetinde yine bizi buldu.

Bu hallere bir önlem olması maksadıyla son 1-2 yıldır evde denediğim bir bağ bahçe çözümünü hemen sunayım.

Sıklıkla üst solunum yolları ile ilgili sıkıntı yaşamış, antibiyotikten de illallah etmiş ve (haliyle) zararını görmüş biri olarak pratik ve sağlıklı çözümü bu yöntem ile bulmuş durumdayım. Tabi yanlış anlaşılmasın google doktorculuğu yapıp, kendi derdimi evde çözüyor değilim. Çok da doktora gitmişliğim var.




   Bir 10 dakika kadar üşenmezseniz hepsini kolayca ve mis gibi hazırlarsınız. Kış çayını hazır alabileceğiniz gibi, ayrı ayrı içindekileri istediğiniz oranda alarak da daha güzel bir voltron oluşturabilirsiniz.

Ben öncelikle bu karışımı bir anlatayım.

Ihlamur 3-5 dal parçası 
Adaçayı (bir kaç dal), 
Tarçın (çubuk olanından yarısı mesela eğer uzunsa), 
Zencefil (taze olanından 2 dilim kesip koyabilirsiniz), 
Karanfil 5 tane kadar
Havlıcan (minik dal parçası gibi olan) 2 Parça, 
Kuşburnu, (bir tutam)
Hibisküs (bir tutam)
Okaliptüs 3-5 Yaprak, 
Papatya 8-10 tane kadar. 

   Bunları bir demliğe koyup kettle'da kaynattığınız suyu üzerine boşaltın ve kısık ateşin üzerinde biraz demleyin. Sonra tad versin diye arzuna göre biraz bal koyup afiyetle içebilirsiniz.

   Bazı bitki çayları direkt kaynatılmaz, zarar verir, o yüzden karışımı demlemeniz daha doğru olacaktır. Sıcak suyla (kettle'dan aldığınız) demlemeniz yeterli.
Ayrıca sabah evden çıkarken ve akşam eve geldiğinizde (tahta kaşıkla olması önemli) bir kaşık  Zencefilli Ballı Macun alabilirsiniz. (aktarlarda bulunuyor) 

Mutluluk - Mutsuzluk Listem

      Kendimi hangisine alıştırmalıyım bilmiyorum ama böyle listeler bazen aynada kendimi görmemi sağlıyor. İkisinin de ucu bucağı yok elbet.. 

Aslında bunlar hep can sıkıntısı a dostlar..

Mutsuzluk Listem  

  1. Okumaya zorlanacak kadar uzağında durduğum yazılarla yaşamak. (gözler gitti gidiyor)
  2. Tek izin günümün pazar olması, örneğin cuma'dan atlayıp istanbul'a gidememek. Hele bir de öğlenin bir vakti uyanıyorsam günü yaşayamadan bitirmek.
  3. Yapmam gereken işlerin, yapılamamasını sağlayan yavaş internet ve verimi daha da düşüren windows'un herhangi bir sürümü. (çalışmanın en güzel yerinde mavi ekrana bağlayan photoshop'a sevgiler)
  4. Bir pazar kahvaltısını daha yalnız yapacağımı bilmek.
  5. Ayda en az 4 kitap diye yola çıkıp da, sayının git gide düşmesi ve okumak için yeterli zamanı bulamamak.
  6. Üzerinde çalıştığım projenin sahibinin (müzik ya da web-grafik ile ilgili) "bitti mi, bitiyor mu, nasıl oldu, çıktı mı bişeyler, var mı bir gelişme, olduğu kadarıyla bakalım" gibi sonsuz tacizleri.
  7. Annem ve babamla son 10 senedir yeterince zaman geçirememem, koca bir yılın 15 gününü yetirememek.
  8. Yeğenlerimin büyüyüşüne şahit olamamak. Bebek halleriyle oyun oynayamamak.
  9. Hep birilerinden mütemadiyen uzakta olmak. 
  10. Banyoda kayıp düştüğümde, ya bu kez toparlayamazsam diye düşünmek. (daha önceden toparlamışlığım var)
  11. Uyandığımda evde kalan misafirin, odasını darmadağın bıraktığını görmek. 
  12. Sigarayı bırakamayan sevdiklerim ve bırakanların da dayanamayıp yeniden başlaması.
  13. French press'le halen kahve yapmayı becerememek, üst baş batırmak.
  14. Yıl olmuş 2014 . Halen ayrılamayan "de"ler, "da"lar, bizi üzen "herkez"ler.. 
  15. Gönderdiğim mektubun 28 gündür ankara'dan istanbul'a varmadığını öğrenmek. (Postane görevlisinin "mektup bu , kağıt neticede kaybolur, uçar, kargoyla aps ile gönderseydiniz" diyerek olayı sıradanlaştırması. Dolayısıyle yazılan mektubun kim bilir nerelerde olması. )


Mutluluk Listem


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...