küflü şehir

   Kimselerin beğenmediği, birilerinin, dönüşünün, gelişinden daha keyifli  olduğunu bas bas bağırdığı bir şehire aitsin sen... İçine çektiğin havası, sesini duymak istediğin sokakları, iliğine kadar işleyen soğuğu, yıllarını verdiğin metropolünden daha garip gelen sıcaklığı, arayıp bulmaya çabaladığın aile güzelliğinin hepsi burada... Seni hep yorgun düşüren, keşmekeş bir koşuşturmanın içinden çekip alacak tek doğru nefes buradaki iç huzurun...

Hepimiz değiştik, birilerini değiştirmek zorunda kaldık. Ucundan tutamadığımız her bir büyük(!) mesele için birbirimizi motive etmeye çalıştık. Başarılı olduğumuz anlarda sırtımızı sıvazlamaktan geri kalmadık belki ama ya sonra? Birbirimize sırt dönmekten, yüzümüzü unuttuk en mağlubiyetli zamanlarda.  İnsan sevdiğine kızar, düzelmesini, doğrulmasını ister diye diye renklerimizi kaybettik... Bulduğumuzda ise zor ama geç değildi. Biliyoruz...

Uro Pentar Herie Santo


Uro Pentar Herie Santo*
"artık bir şeylerin düzelmesi gerek!*"


     Şimdi, ne yöne dönse kıyıyı göremediği bir denizin ortasında gibiydi. Boy verdiğinde dipten gelen uğultulardan içi ürperiyor, yüzmeye çalıştığında ne yöne gideceğini bilmediğinden kalbi sıkışıyordu...

     Bir parmak şıklatmasıyla, sihirli değnek tam da önüne düşecek biliyor ama bunun için bir sihirli sözcük vardı, onu hatırlayamıyordu. “Uro Pentar Herie Santo”... böyle bir şey miydi? Hep böyle saçma şeyler mi özel sözcükler olurdu? Bunu da, kendisi kulağa güzel geliyor diye uydurmuştu zaten...

“Artık bir şeylerin düzelmesi gerek!”

     Bas bas bağırıyor ama tam olarak kime haykırdığını bilmeden, bir şeylerin toparlanmasıyla ilgili yaşadığı bu dünyaya emirler yağdırıyordu. Eğer bunları yaşayan oysa, bir şeyleri düzeltmek de bu yaşamın göreviydi. Şansızlık mı, kader mi, adı her ne ise, bunun kırılması gerekiyordu... Biraz zaman, biraz moral ve yeterince özgüven bunları kıracak gücün, gizli olmayan formülüydü...

insanın yarısı kusur, yarısı meçhul

         Aklına, unutamadığı, içinden kendini çekip alamadığı türlü anılarını getirdi. Nedenini, nasılını sorgulamanın çok uzağında, tanıyarak sevdiği insanlardan, üzülerek yabancılaştığı o malum tatsız anlarına gitti aklı.. git gel bir aklın sonu, hiç sıhhatli değildi oysa.
       
Kariyerinden sual olunmaz bir geçmişin içinden, arzularına(!) yenik düşen bir idealist olma yoluna saptığında, henüz hayatı sorgulamasının bir 15 sene kadar gerisindeydi. Bu, bir çoğumuzun içinde olmak istediği ışıltılı bir hayat ve insanları tanırken kendine attığı onlarca çentiğin birbirine olan garip zıtlığıydı. Kullanılmışlık hissine kendini en yakın hissettiğinde de, güç bela kendisini yukarı itecek bir güç buluyordu ya da bulmak zorundaydı...

Her şeye yeni baştan başlayacak olmanın kulağa saçma gelmesinden, neler yaşadığını bilmeyen düz (!) mantıklı insanların verdiği nasihatlere kadar, içini kemiren, türlü 'çıkar yol başarısızlıkları'nı gizlemek zorunda hissediyordu kendini... Talihsizlikler diyelim ya da belki başka bir adı da vardır, ışığı göstermeyen bir gökyüzünün altında yaşıyordu... Buna alışmış olmasa da, artık pek isyan edecek güçte göremiyordu kendini...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...