koca bir karmaşa

   Büyük kapılarımız var. En uzun olanlarından ve en büyük. Bol işlemeli, gereksiz pahalı, neden orada olduğunu bilemediğimiz saçma dev yapılar. Biz o büyük kapının önündeki ne yapacağını bilemeyen korkak, çekingen, oldukça endişeli; bir dakika sonrasını tahmin edemeyen bir kadın ve bir adamız. Öylece duruyoruz. Kim kimi mıhlamış, hangimiz bir diğerini bu endişeye sürüklemiş belli değil bir hâlde sadece duruyoruz.

   Kapının açılmasını beklemeyi bile çoktan unutmuşuz. Birbirimizin neyi olarak girdik hayatına, şimdi ne olarak son kez oradayız hatırlayamıyoruz. Sonra onun da bir önemi kalmıyor.


Sonradan bir şerit geçiyor gözlerimin önünden ve tam tamına 256 gün boyunca, nelere çabalandığını hatırlamaya çalışıyorum. Düşündükçe başımı zonklatan günler geçiyor gözümün önünden.



Bize ayrılmış bir sancılı sürecin sonuna daha böyle boktan bir halde geliyoruz işte. Bilinmezden bir başka bilinmeze giderek üstelik.

beyin bedava mı?


Dünyanın en doğru insanı olduğumuzu çok küçükten kendi kafamıza işlemişiz. Bizden daha doğrucu, daha sadakatli ve vefakârı mümkün değil bulunamazdı. Gel zaman git zaman, sınırlar aşıldı, yanlışlarımız ‘’şartlar gereği öyle oldu’’ya dönüştü.

Kendimizi ilk kandırdığımız günlerin ilk adımları böylece atılmış oldu.

İki birada sarhoş, bir şişe şarapta küfelik olmayı pek beklemezdik ama sırtımız o kadar dertle, tasayla doluydu ki, ‘’neden biz de sızanlardan olmayalım’’ deyiverdik. Rakıya da döndük, enfes keskinliğiyle jagermaisterle de kendimizi kaybettik. 

çekip gitmenin faydasızlığı



Spotify’dan devamlı yeni müzikler keşfetmek, sürekli kitap okumak ve şekersiz hiç bir şeyin olamayacağını düşünürken en sert kahveleri bile şekersiz içmeye alışmak..

ve sabah yatış 5.30.. mütemadiyen her gün.

Bir uykusuzluk hali değil, derinden sıkılma. Buradan gitmenin buna bir çözüm olmayışından bunalma.

Her şeyden derler ya. Evet her şeyden.

13,5 milyar yıllık evrende, bu hükümete denk gelmek de cabası. durum çok vahim..

    Kendini bir hamağa atıp, kulağında kulaklığın, elinde yarısına geldiğin kitabın, sırtında o kare kare izlerin çıkmasını zevkle yaşamak gibi, şu en lüks gördüğümüz huzur arayışımız bizi bunalımlardan kurtaracak gibi mi? 

    Kimseye tahammül gösteremediğimiz, kavgaya, küsmeye, cinayete ya da olur olmadık yanlış şeyleri yapmaya teşne olduğumuz aşikârlığını da bir kenara atmayalım.


Gerçekten sevilmeye, mantıklı bireyler olduğumuzu (tüm çevremizin) hissetmeye, insanî değerleri en üst seviyede (onurlu bir japon gibi) gerçekten yaşamaya, bir hayvanı severken her şeyi unutmaya ihtiyacımızın da çıktısını alıp astık şimdi duvara.. 

göreceli güzel


Buralarda durduğumuz kabahat. Sonra isyan ettiğimiz ve sonuçlarına katlandığımız da öyle. İsyan ettikçe düzelen bir şey gördün mü hiç? Kabullenince kalıyor ama öyle di' mi?

Hiç bir şey yapmadan kös kös oturmanın, insan bünyesine verdiği anlamsız keyif ile, koltukta uyuya kalıp, elinden telefonun düşüşüyle beraber “pat” sesine uyku mahmuru uyanma komikliğini birbirine karıştırıyorum hep. İkisi de yaşadığın yere göre göreceli güzel, eskileri hatırladıkça da göreceli hüzünlü.

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...