bunalmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bunalmak etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

shift + del

"Aklımız yeterince özgür mü Lirio?"
Silebildiğinde Mutlusun... 

kirlenen bir mutfak tezgahını, ayna gibi olamayan “cam”ını temizlemek gibi bir şey bu bazen..

aklını, dimağını, seni darlayanları, saygısını çoktan yitirenleri, zamanını çalıp, üstüne de yorgunluk verenleri, dedikodudan damakları kurumuşları, karar verirken dünyanın çilesini çektirenleri, hayatınıza gereğinden fazla karışıp düzeninizi bozanları, kendileri uğruna plansız bir hayat yaşamak zorunda kaldıklarınızı, kibarlıktan uzak, kabalığın tam ortasında oturanları, eskiden beri 10 ayda bir sadece “merhaba” demek için listenizde tuttuklarınızı, kimse ile aynı kafada olmak zorunda olmadığınızı bile bile, sonu gelmeyen tartışmalar yaşadığınız, ruhunuzu yoranları, yüzünün güleç, içinin fesat olduğuna bir türlü inanamadıklarınızı, içten pazarlıklı, sinsi zihinleri, hep bir yerlerden toplamak zorunda olduğunuz, darmadağınık hayat yaşayanları, sadece facebook’ta arkadaş olarak kaldıklarınızı, kendimizi yeterince eleştirdiğimiz yetmezmiş gibi, sizi ‘sürekli’ eleştirmeleri, hiç bir şey beğenmemeleri yüzünden ciğerinizi solduranları, kıskançlıktan burnunun önünü göremeyenleri, her şeye, herkese negatif yaklaşmadan nefes alamayanları, sizden bir adım önde olmazsa ortalık yerinden çatlayacakları, obsesif kompulsif kişilikleriyle sizi gereğinden fazla yoranları, bencillikte “master's degree” statüsüne ulaşmış, "ya hep bana ya da hiç sana”cıları,  kendi çıkarlarından, hedeflerinden başka hiç bir şey düşünmeyenleri, onları önemsemenizi zerre umursamayan, bahanelerden bahane beğenen, mazereti bir yaşam biçimine çevirenleri, yüzünüze konuştuğu ile yaptığının ilgi ve alâkası olmayanları, önemsediğiniz değerleri, insanları, olayları zerre umursamayan, üstüne bir de kabalık edenleri, sevgilisi olduğunda hayattan kopup, sizi dış kapanın mandalına çevirenleri, hüznünüzü, sevincinizi paylaşmayan, ilişkinizi kestiğinizde arkanızdan konuşmaktan hiç de çekinmeyecek olanları, varlıkları ciğerinizi solduran, kendinizi kötü hissettiren, belki zamanında kıymet verdiğiniz ancak şimdi buna lâyık olmadığını düşündüğünüz insanları hayatınızdan çıkarır mısınız lütfen?

hayat bunları bünyede taşıyacak kadar uzun değil...


koca bir karmaşa

   Büyük kapılarımız var. En uzun olanlarından ve en büyük. Bol işlemeli, gereksiz pahalı, neden orada olduğunu bilemediğimiz saçma dev yapılar. Biz o büyük kapının önündeki ne yapacağını bilemeyen korkak, çekingen, oldukça endişeli; bir dakika sonrasını tahmin edemeyen bir kadın ve bir adamız. Öylece duruyoruz. Kim kimi mıhlamış, hangimiz bir diğerini bu endişeye sürüklemiş belli değil bir hâlde sadece duruyoruz.

   Kapının açılmasını beklemeyi bile çoktan unutmuşuz. Birbirimizin neyi olarak girdik hayatına, şimdi ne olarak son kez oradayız hatırlayamıyoruz. Sonra onun da bir önemi kalmıyor.


Sonradan bir şerit geçiyor gözlerimin önünden ve tam tamına 256 gün boyunca, nelere çabalandığını hatırlamaya çalışıyorum. Düşündükçe başımı zonklatan günler geçiyor gözümün önünden.



Bize ayrılmış bir sancılı sürecin sonuna daha böyle boktan bir halde geliyoruz işte. Bilinmezden bir başka bilinmeze giderek üstelik.

beyin bedava mı?


Dünyanın en doğru insanı olduğumuzu çok küçükten kendi kafamıza işlemişiz. Bizden daha doğrucu, daha sadakatli ve vefakârı mümkün değil bulunamazdı. Gel zaman git zaman, sınırlar aşıldı, yanlışlarımız ‘’şartlar gereği öyle oldu’’ya dönüştü.

Kendimizi ilk kandırdığımız günlerin ilk adımları böylece atılmış oldu.

İki birada sarhoş, bir şişe şarapta küfelik olmayı pek beklemezdik ama sırtımız o kadar dertle, tasayla doluydu ki, ‘’neden biz de sızanlardan olmayalım’’ deyiverdik. Rakıya da döndük, enfes keskinliğiyle jagermaisterle de kendimizi kaybettik. 

çekip gitmenin faydasızlığı



Spotify’dan devamlı yeni müzikler keşfetmek, sürekli kitap okumak ve şekersiz hiç bir şeyin olamayacağını düşünürken en sert kahveleri bile şekersiz içmeye alışmak..

ve sabah yatış 5.30.. mütemadiyen her gün.

Bir uykusuzluk hali değil, derinden sıkılma. Buradan gitmenin buna bir çözüm olmayışından bunalma.

Her şeyden derler ya. Evet her şeyden.

13,5 milyar yıllık evrende, bu hükümete denk gelmek de cabası. durum çok vahim..

    Kendini bir hamağa atıp, kulağında kulaklığın, elinde yarısına geldiğin kitabın, sırtında o kare kare izlerin çıkmasını zevkle yaşamak gibi, şu en lüks gördüğümüz huzur arayışımız bizi bunalımlardan kurtaracak gibi mi? 

    Kimseye tahammül gösteremediğimiz, kavgaya, küsmeye, cinayete ya da olur olmadık yanlış şeyleri yapmaya teşne olduğumuz aşikârlığını da bir kenara atmayalım.


Gerçekten sevilmeye, mantıklı bireyler olduğumuzu (tüm çevremizin) hissetmeye, insanî değerleri en üst seviyede (onurlu bir japon gibi) gerçekten yaşamaya, bir hayvanı severken her şeyi unutmaya ihtiyacımızın da çıktısını alıp astık şimdi duvara.. 

göreceli güzel


Buralarda durduğumuz kabahat. Sonra isyan ettiğimiz ve sonuçlarına katlandığımız da öyle. İsyan ettikçe düzelen bir şey gördün mü hiç? Kabullenince kalıyor ama öyle di' mi?

Hiç bir şey yapmadan kös kös oturmanın, insan bünyesine verdiği anlamsız keyif ile, koltukta uyuya kalıp, elinden telefonun düşüşüyle beraber “pat” sesine uyku mahmuru uyanma komikliğini birbirine karıştırıyorum hep. İkisi de yaşadığın yere göre göreceli güzel, eskileri hatırladıkça da göreceli hüzünlü.

bir proje olarak hayat !

Gün geçmiyor ki, elinde aromalı kahve'n, önünde en sevdiğin Levni Minyatürleri, binbir renk kalemlerin ve bir güzel müzikli akşamı seninle yeni güzel hayaller üzerine konuşmayalım..

Ben zorladıkça sen sustun, sen sustukça ben sebep aradım. Elbette galibi sen olacaktın da, ben yine de bir son umut, göğsümde yumuşatmaya çalıştım bu derin sızını, artık zayi olan türlü hayat hayallerini.



Bana öyle geliyor ki, bu hikayenin sonu mutlu bitmeyecek...

dün, dünde...

hayat bazen, “elinden geleni yaptığın halde, doğru düzgün bir adım atamadığın, sıkıcı bir pazar akşamı” gibi...

   dünün dünde kalmasına alıştığımı mı sandın?

   gecenin bir yarısı, yarı uykulu, aklımda kalan son iyi hallerimizi bir yerlere(!) kazırken, huzursuz uykuların mahmur sabahında,  kendi kendime seninle uyanamayışlarımı dert etmem mi sorun sence?

   bir adım daha atmaya çalışırken, atamadığımız diğer tüm büyük adımlara ayıp etmeden, şunun bir hal çaresini bulabilseydik keşke.

   bir sorunu çözebilmek için susmak ne kadar eski alışkanlığımızsa, konuşarak bir yere varamamak da bir o kadar kötü becerimiz galiba...


her hikâyenin 3 adımı var

her hikâyenin 3 adımı var...

1-bilinç
2-değişme
3-dumur

1.bilinç

heyecanına kapıldığın bir şeyler anımsa...

akılsız başın cezasını henüz kimin çekeceğini bilemediğin ilk günlerde, bilinçsizce kendini bir şeylere kaptırdığın o ilk sahneyi hatırla.

aynada her sabah, güne ne kadar heyecanlı ve pırıl pırıl,  empati yapmaktan son derece zevk alan(!) bir güzel insan gördüğünü hatırlayarak  bir sonraki adımını hisset.

2.değişme
                 
kendini mutlu edebilmek için, başkalarının mutluluklarının beklentisinde olduğunu farzet. sürprizlerinle, hayatlarına kattığın yeni alışkanlıklarla, kendine alıştırmaya çalıştığın insanları, farkında olmadan yaptığın, küçüklü büyüklü bencilliklerini hayal et.

3.dumur

ilk adımını dogru atamadığın bir yolu, sonradan geri dönülmeyecek kadar uzun yürüdüğünü düşün.
üzerine bir de uğradığın hayal kırıklarını...

her hikâyenin bir de 3 son adımı var.
''kabul, direnme, sus.''


hasarsız kul olmaz, hasarlı sev beni


 değiştirmek için çaba gösterdiğimiz ama buna zamanımızın yetmediği bir gerçeklik, bahanelerden çok öteye gidemiyor. sana göre türlü uğraşıların iyi bir sonuç alamadığın neticesi, bir başkasına göre uzun bir manasız bahane gibi durabiliyor. çünkü ortada tek bir kesin sonuç var. elde bir şey olmadığı.

100 kişiye sorduk 1 popüler cevabı aldık. "Nasip- Kısmet". işimizin bunlara kaldığı bir dünyada, mücadeleler zor ve çetrefilli.



senin de dediğin gibi;
"sevgi belki her şeye cevap değil ama canımızı sıkan şeyleri çözmemize yardımcı olacak bir güven ortamı yarattığı kesin"...

biraz dinlen

uğraştığımız, canımızı dişimize takıp, bıkmadan usanmadan üzerinde kafa yorduğumuz şeyler vardır. bir de bunlardan tümüyle vazgeçmemizi sağlayacak başka küçük resimler...

uğraşılarına değip değmeyeceğini, objektif bakmadıkça anlayamayacağın çabaların, seni yeterince üzdükten sonra anlamsızlaşmasını, üzülerek görebilirsin bir gün...




çeşitli kıyaslamalar ve saçma tutkular içinde bulduğunda da kendini, kontrolden çıkan bir sağlıksız akla mukayyet olamadığını da başkaları hatırlatabilir...

bu hep olmuştur, sonraları da olacaktır...
üzülme...

müzik iyi geliyor

-12 sıcaklığında (!) bir gündüz ve öğlesi, akşamı, gecesi, henüz plânlanamadan sona ermiş verimsiz bir gün devamı..

bazen daraltılar geliyor...
sonra sabah oluyor...
geçiyor bir süre sonra...
müzik iyi geliyor...
...
birbirimize iyice zaman tanıdık değil mi?
yeterli diye bir şey yok ama...
kifayeti az idare ederler var ve bu, bana göre idare eder şimdilik...

şu, bu, o, geçsin de bakarız...

hallederiz, bir çok şeyde olduğu gibi... bakarızların içinde en akla yakın duranı, en olası plânlarımıza ekleriz daha sonra...

zaman geçiyor... sonra o heves de geçiyor bir süre sonra...
müzik iyi geliyor...
Amber by 311 on Grooveshark

ankara sevilmez, ankaradakiler sevilir


bir gün bir yazı yazdım, hayatım değişti;

"11 kasım 2005 antalya - ankara otobüs bileti "

şimdi sene 2011...  zamanı geldi...

hadi gidelim o zaman... pılı pırtıyı toparlayıp, tek bir cümle bırakıp ardımıza gidelim...

"hoşçakal" bir veda cümlesiyse, veda etmeyelim de etiketleyelim tek tek ankara'yı bize anımsatan kim varsa mark zuckerbergin havuzunda, öyle gidelim...

bunalım


Gün yüzü gormediğini farkettim geçen gün bahçede otururken... sıcak bir çayın, bir gece onceki pişmanlığın, patronla o malum takışmanın ve paraya sıkışmanın hepsinin beş dakika süresince kafanda fink atmasını gördüm yüzünde...

Uzun saatler de anlatsan anlayamazdım seni biliyorum... Anlamaya çalışır, anlayamazdım. Senin kadar etkilenmiş gibi de gösteremezdim sana yüzümü... Anlıyorum deyip arkamı donup eğlenceğimi de biliyorsun...Hepimiz böyleyiz...

Sana inat değil... Hayat böyle... Her duran kalp için 10 saniye üzülsek nefes alacak bir anımız bile olmaz... Ben de bunu istemem doğrusu... Yine de bir şeyler yapıp elimden geldiğince , yaşantıma devam edeceğim...


Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...