can sıkıntısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
can sıkıntısı etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

hastalıklı olmamanın 20 yolu

Gün geçmiyor ki yeni bir, bize iyi gelen list ortaya çıkmasın.

Hayatımız listelerle dolu. 
"Şunu Yapalım ama Bunu Yapmayalım List" 
"Alınacakların Yanında Şunları da Satalım List" 
"Vazgeçilecekler List"(herkesin bir tane olmalı) gibi.

Alzheimer Hastalığı üzerine dikkat çeken Brezılyalı Dr. Drauzıo Varella "Hasta Olmak İstemiyorsanız" adı altında güzel bir liste yapmış.

Bildiğiniz buzdolabına asmalık..




Duygularını anlat.
* Saklanan veya baskılanan heyecan ve duygular; gastrit, ülser, bel fıtığı, bel ağrıları gibi hastalıklara yol açar.
* Zamanla, duyguların bastırılması kansere dönüşür.
Öyleyse, sırlarımızı, hatalarımızı birileriyle paylaşmalıyız!
* Diyalog, konuşma, kelime çok güçlü birer ilaç ve mükemmel birer terapidir!

Karar Vermelisin..
* Kararsız kişi güvensiz, endişe ve ıstırap içinde olur. Kararsızlık, sorunları, endişeleri ve çatışmaları çoğaltır.
* İnsanlık tarihi kararlardan oluşur.
* Karar vermek, diğerlerinin kazanması için vazgeçmeyi ve avantajları kaybetmeyi kesinlikle bilmektir.
* Kararsız kişiler mide rahatsızlığı, sinir hastalıkları ve cilt sorunlarının kurbanıdırlar.

shift + del

"Aklımız yeterince özgür mü Lirio?"
Silebildiğinde Mutlusun... 

kirlenen bir mutfak tezgahını, ayna gibi olamayan “cam”ını temizlemek gibi bir şey bu bazen..

aklını, dimağını, seni darlayanları, saygısını çoktan yitirenleri, zamanını çalıp, üstüne de yorgunluk verenleri, dedikodudan damakları kurumuşları, karar verirken dünyanın çilesini çektirenleri, hayatınıza gereğinden fazla karışıp düzeninizi bozanları, kendileri uğruna plansız bir hayat yaşamak zorunda kaldıklarınızı, kibarlıktan uzak, kabalığın tam ortasında oturanları, eskiden beri 10 ayda bir sadece “merhaba” demek için listenizde tuttuklarınızı, kimse ile aynı kafada olmak zorunda olmadığınızı bile bile, sonu gelmeyen tartışmalar yaşadığınız, ruhunuzu yoranları, yüzünün güleç, içinin fesat olduğuna bir türlü inanamadıklarınızı, içten pazarlıklı, sinsi zihinleri, hep bir yerlerden toplamak zorunda olduğunuz, darmadağınık hayat yaşayanları, sadece facebook’ta arkadaş olarak kaldıklarınızı, kendimizi yeterince eleştirdiğimiz yetmezmiş gibi, sizi ‘sürekli’ eleştirmeleri, hiç bir şey beğenmemeleri yüzünden ciğerinizi solduranları, kıskançlıktan burnunun önünü göremeyenleri, her şeye, herkese negatif yaklaşmadan nefes alamayanları, sizden bir adım önde olmazsa ortalık yerinden çatlayacakları, obsesif kompulsif kişilikleriyle sizi gereğinden fazla yoranları, bencillikte “master's degree” statüsüne ulaşmış, "ya hep bana ya da hiç sana”cıları,  kendi çıkarlarından, hedeflerinden başka hiç bir şey düşünmeyenleri, onları önemsemenizi zerre umursamayan, bahanelerden bahane beğenen, mazereti bir yaşam biçimine çevirenleri, yüzünüze konuştuğu ile yaptığının ilgi ve alâkası olmayanları, önemsediğiniz değerleri, insanları, olayları zerre umursamayan, üstüne bir de kabalık edenleri, sevgilisi olduğunda hayattan kopup, sizi dış kapanın mandalına çevirenleri, hüznünüzü, sevincinizi paylaşmayan, ilişkinizi kestiğinizde arkanızdan konuşmaktan hiç de çekinmeyecek olanları, varlıkları ciğerinizi solduran, kendinizi kötü hissettiren, belki zamanında kıymet verdiğiniz ancak şimdi buna lâyık olmadığını düşündüğünüz insanları hayatınızdan çıkarır mısınız lütfen?

hayat bunları bünyede taşıyacak kadar uzun değil...


sanrılar ve saygılar



insan, kendisi gibi düşünmeyen, aynı ortak değerlere sahip olmayan kişilere saygı duymaya çalıştığında, pil bir yerde bitiyor..  asabileşiyor, insanî sınırlarını ve kırıcı olma raddesini fazlasıyla aşabiliyor.

aynı şeye inanmadan da, aynı takımı tutmadan da, aynı siyasi fikre sahip olmadan da bir arada yaşamayı öğrenmeyi, hızlıca benimsemesi gerekiyor..

ne dinin, ne fanatizmin, ne de partizanlığın bir çok değerin önüne geçmesini engelleyebilecek kadar olgun ve aklı fikri olan insanlarız. bir yandan bizden olmayanı dışlarken, bir yandan da "ben sana saygı duyuyorum" diyerek (aslında tam tersi), hâd aşıcı davranmak kimsenin öz alışkanlığı değildir eminim.. sonuçta ne görüyorsak, doğru olduğu sanrısıyla öyle davranıyoruz.

beyin bedava mı?


Dünyanın en doğru insanı olduğumuzu çok küçükten kendi kafamıza işlemişiz. Bizden daha doğrucu, daha sadakatli ve vefakârı mümkün değil bulunamazdı. Gel zaman git zaman, sınırlar aşıldı, yanlışlarımız ‘’şartlar gereği öyle oldu’’ya dönüştü.

Kendimizi ilk kandırdığımız günlerin ilk adımları böylece atılmış oldu.

İki birada sarhoş, bir şişe şarapta küfelik olmayı pek beklemezdik ama sırtımız o kadar dertle, tasayla doluydu ki, ‘’neden biz de sızanlardan olmayalım’’ deyiverdik. Rakıya da döndük, enfes keskinliğiyle jagermaisterle de kendimizi kaybettik. 

çekip gitmenin faydasızlığı



Spotify’dan devamlı yeni müzikler keşfetmek, sürekli kitap okumak ve şekersiz hiç bir şeyin olamayacağını düşünürken en sert kahveleri bile şekersiz içmeye alışmak..

ve sabah yatış 5.30.. mütemadiyen her gün.

Bir uykusuzluk hali değil, derinden sıkılma. Buradan gitmenin buna bir çözüm olmayışından bunalma.

Her şeyden derler ya. Evet her şeyden.

13,5 milyar yıllık evrende, bu hükümete denk gelmek de cabası. durum çok vahim..

    Kendini bir hamağa atıp, kulağında kulaklığın, elinde yarısına geldiğin kitabın, sırtında o kare kare izlerin çıkmasını zevkle yaşamak gibi, şu en lüks gördüğümüz huzur arayışımız bizi bunalımlardan kurtaracak gibi mi? 

    Kimseye tahammül gösteremediğimiz, kavgaya, küsmeye, cinayete ya da olur olmadık yanlış şeyleri yapmaya teşne olduğumuz aşikârlığını da bir kenara atmayalım.


Gerçekten sevilmeye, mantıklı bireyler olduğumuzu (tüm çevremizin) hissetmeye, insanî değerleri en üst seviyede (onurlu bir japon gibi) gerçekten yaşamaya, bir hayvanı severken her şeyi unutmaya ihtiyacımızın da çıktısını alıp astık şimdi duvara.. 

göreceli güzel


Buralarda durduğumuz kabahat. Sonra isyan ettiğimiz ve sonuçlarına katlandığımız da öyle. İsyan ettikçe düzelen bir şey gördün mü hiç? Kabullenince kalıyor ama öyle di' mi?

Hiç bir şey yapmadan kös kös oturmanın, insan bünyesine verdiği anlamsız keyif ile, koltukta uyuya kalıp, elinden telefonun düşüşüyle beraber “pat” sesine uyku mahmuru uyanma komikliğini birbirine karıştırıyorum hep. İkisi de yaşadığın yere göre göreceli güzel, eskileri hatırladıkça da göreceli hüzünlü.

dün, dünde...

hayat bazen, “elinden geleni yaptığın halde, doğru düzgün bir adım atamadığın, sıkıcı bir pazar akşamı” gibi...

   dünün dünde kalmasına alıştığımı mı sandın?

   gecenin bir yarısı, yarı uykulu, aklımda kalan son iyi hallerimizi bir yerlere(!) kazırken, huzursuz uykuların mahmur sabahında,  kendi kendime seninle uyanamayışlarımı dert etmem mi sorun sence?

   bir adım daha atmaya çalışırken, atamadığımız diğer tüm büyük adımlara ayıp etmeden, şunun bir hal çaresini bulabilseydik keşke.

   bir sorunu çözebilmek için susmak ne kadar eski alışkanlığımızsa, konuşarak bir yere varamamak da bir o kadar kötü becerimiz galiba...


iki odalı teras katım


     boş bir ev eskiden sorun olmazdı. evim huzurumdu, dinginliğimdi... karmaşamı, içimdeki o büyük kargaşamı, kapısından girdiğimde bitirdiğim yer olurdu burası. hoşuma giderdi sakin, sessiz kalabildiğim zamanlarda bu iki odalı teras katım. canımı sıkan en küçük detay olduğu için, az rutubetine tebessüm bile ederdim...

     anlamını sonradan değil aslında, tam da o anda gayet net bilirdim... birden gelen o iç huzurumun anlamını...  evimi huzurlu yapanın, taze çekilmiş bir fincan filtre kahveyi, miyazaki'nin ponyo'sunu, yotsuba'nın danbo'sunu sevdirenden ötürü olduğunu bilirdim... (uzun bir listeyi özetlemek gayet zor)

     ama şimdi başa çıkmak gereken bir şeymiş gibi geliyor... boş bir ev eskiden sorun olmazdı evet... farkındayım...

sen bunu anlayamayabilirsin mesela.
ben de henüz anlayamadım zira...

"hayatta bazı şeylerin neden olduğunu asla anlayamayız" 

olmaz mı? olabilir

   her çıkmaza girdiğimiz an, bir mantıklı son(!) bize uzaklardan göz kırpmıştır hep. ya o bizi ele geçirecek ya da biz onu iyice bir dizginleyeceğiz. bunun sonu henüz gençliğinin ortasında aklı başından uzak kalması insanın.

şimdi aradaki o muazzam boşluğu kapatma çabasındayız. epey uzun bir vakit ve tüm bu sürece yetecek kadar geniş bir sabır ve inanç beklentisindeyiz...

önce bir derin nefes, sonra dinginliğe güzel bir adım.
olmaz mı? olabilir...





hasarsız kul olmaz, hasarlı sev beni


 değiştirmek için çaba gösterdiğimiz ama buna zamanımızın yetmediği bir gerçeklik, bahanelerden çok öteye gidemiyor. sana göre türlü uğraşıların iyi bir sonuç alamadığın neticesi, bir başkasına göre uzun bir manasız bahane gibi durabiliyor. çünkü ortada tek bir kesin sonuç var. elde bir şey olmadığı.

100 kişiye sorduk 1 popüler cevabı aldık. "Nasip- Kısmet". işimizin bunlara kaldığı bir dünyada, mücadeleler zor ve çetrefilli.



senin de dediğin gibi;
"sevgi belki her şeye cevap değil ama canımızı sıkan şeyleri çözmemize yardımcı olacak bir güven ortamı yarattığı kesin"...

kandığımız yerden devam edebiliriz

    umudumuzu bir yerlere koyduk, yeşerip büyümesini bekliyoruz... bunun bir zamanı yok, bunun bir çözümü yok. bir sihirli değneğin dokunacağı da yok zaten. kendimizi kandırmayı da bıraktıysak, şimdi hayatlarımıza kandığımız yerden devam edebiliriz...

madem iyi kalpli pollyanna'larız hepimiz, iyilikler istemek sonsuz özgürlüğümüz olmalı. gerçekleşmese bile, yakınlaşmasa bile tüm istek ve arzularımız, içimizden iyilikler dilemek bizi biraz daha ayakta tutar belki. bir süre daha en azından...



hep dediğimiz gibi;
keşke şartlar daha başka, hisler daha farklı olsaydı.

şimdi;
Dışarısı ışıklı ve kalabalık. Burası, bu ev, bu oda, bu koltuk… benim hiç bilmediğim, gece sana kelepir, bana müzikli ve görüntülü.. şimdi ben bi' yere bakacağım, sen bi' yerden bana…


biraz dinlen

uğraştığımız, canımızı dişimize takıp, bıkmadan usanmadan üzerinde kafa yorduğumuz şeyler vardır. bir de bunlardan tümüyle vazgeçmemizi sağlayacak başka küçük resimler...

uğraşılarına değip değmeyeceğini, objektif bakmadıkça anlayamayacağın çabaların, seni yeterince üzdükten sonra anlamsızlaşmasını, üzülerek görebilirsin bir gün...




çeşitli kıyaslamalar ve saçma tutkular içinde bulduğunda da kendini, kontrolden çıkan bir sağlıksız akla mukayyet olamadığını da başkaları hatırlatabilir...

bu hep olmuştur, sonraları da olacaktır...
üzülme...

müzik iyi geliyor

-12 sıcaklığında (!) bir gündüz ve öğlesi, akşamı, gecesi, henüz plânlanamadan sona ermiş verimsiz bir gün devamı..

bazen daraltılar geliyor...
sonra sabah oluyor...
geçiyor bir süre sonra...
müzik iyi geliyor...
...
birbirimize iyice zaman tanıdık değil mi?
yeterli diye bir şey yok ama...
kifayeti az idare ederler var ve bu, bana göre idare eder şimdilik...

şu, bu, o, geçsin de bakarız...

hallederiz, bir çok şeyde olduğu gibi... bakarızların içinde en akla yakın duranı, en olası plânlarımıza ekleriz daha sonra...

zaman geçiyor... sonra o heves de geçiyor bir süre sonra...
müzik iyi geliyor...
Amber by 311 on Grooveshark

migrenif ağrılarından bir tutam uçursak fezaya?


...

onlarca ağrı kesiciden sonra bu  halsiz düşen bünyeyi rahata kavuşturma çabasına girsek şimdi...  nasıl ne şekilde bilmiyorum ama bir yerlerden başlasak...

şimdiye dek dinmesi için ne yaptıysan, şu an itibariyle bir diğerine benzemeyen çabalarda bulunmak, bir şeyler için fena bir başlangıç sayılmaz belki..

müzik varsa kulağında onu durdurmak, dinginlik yoksa elini koyduğun yerde bundan arınmak... vs... vs..

kendine 1 sene sonra okuyacağın bir mektup yazsan, o bir saatte bakarsın düzeliverir nöronlar.. ben öyle bir şeyler yazmıştım vaktiyle sana... ağrılar mağduru değildim gerçi ama yazarken mutlu olduğumu hatırlıyorum... bakarsın işe yarar böyle bir şeyler...

minik bir tatil, bir iş katliamı, bakarsın tatlı hayat yaratır bünyede..
aileyle güzel vakitler, sevgiliyle güzel tadlar belki...

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...