insanın yarısı kusur, yarısı meçhul

         Aklına, unutamadığı, içinden kendini çekip alamadığı türlü anılarını getirdi. Nedenini, nasılını sorgulamanın çok uzağında, tanıyarak sevdiği insanlardan, üzülerek yabancılaştığı o malum tatsız anlarına gitti aklı.. git gel bir aklın sonu, hiç sıhhatli değildi oysa.
       
Kariyerinden sual olunmaz bir geçmişin içinden, arzularına(!) yenik düşen bir idealist olma yoluna saptığında, henüz hayatı sorgulamasının bir 15 sene kadar gerisindeydi. Bu, bir çoğumuzun içinde olmak istediği ışıltılı bir hayat ve insanları tanırken kendine attığı onlarca çentiğin birbirine olan garip zıtlığıydı. Kullanılmışlık hissine kendini en yakın hissettiğinde de, güç bela kendisini yukarı itecek bir güç buluyordu ya da bulmak zorundaydı...

Her şeye yeni baştan başlayacak olmanın kulağa saçma gelmesinden, neler yaşadığını bilmeyen düz (!) mantıklı insanların verdiği nasihatlere kadar, içini kemiren, türlü 'çıkar yol başarısızlıkları'nı gizlemek zorunda hissediyordu kendini... Talihsizlikler diyelim ya da belki başka bir adı da vardır, ışığı göstermeyen bir gökyüzünün altında yaşıyordu... Buna alışmış olmasa da, artık pek isyan edecek güçte göremiyordu kendini...


   Tüm bu saçmalıklardan tek bir hamleyle kurtulabilirdi aslında... Ancak bunu isteyecek kadar kendini çamura batırmak, sonu gelmeyen ışıltıları başka bir gözle görmek istemiyordu... Sadece biraz, vaktiyle içinde keyifle boğulduğu huzurunu geri istiyordu. Kaybettiğinde değerini bilemediği değil, sahipken dahi yitirdiğini düşündüğünde içinin ürperdiği bir huzurdan mahrum kalmak istemiyordu... O bunu en çok hakedenlerdendi...

...
Bir gün bir ışık söndü ve kaybedeceğini bildiği huzurun, bir daha aynı şekilde yüzünü göremeyeceğini anladı. Ruhu, bedeni, evi, yudumlarken keyfinden içinin parıldadığı kahvesi bile anlamsızlaştı....

sonraki yazı:
“Uro Pentar Herie Santo!”*
 *artık bir şeylerin düzelmesi gerek!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...