Günlük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Günlük etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

nerede, ne zaman, nasıl?

 nerede yaşadığımız, nasıl yaşlandığımız mühim değil galiba. kollarını iki yana açtığında sarılabileceğin ilk kişi, halen sesini duymaktan büyük keyif aldığın, habersiz kaldığında huzursuz olduğun, senin için o müthiş adam ya da kadınsa bekleme... harekete geç...

     düzeltmeye çalışma ama olması gerektiği gibi olmak için de çabala... ama bu "karşındakini değiştiremiyorsan sen değiş" demek değil.  karşındakine yüklenmeden, "kendinde olan aksaklıkları bir gözden geçir ve ne yapılabileceğini düşün" demek... söylemesi kolay.. yapması da kolay zaman zaman...

     karşındakini suçlamaktan vazgeç. mazeret sunmak ile bahane uydurmanın farkını çok iyi öğren ve anlayışla karşıla. insanlar bir yaştan sonra düzeltilmek için değil, kendisini öyle de sevebilmeniz için sizinle birlikteler... bunu düşün, içinde iyilik taşıdıkça düzelmeyecek çok az şey vardır... karşındakini anlamak için elinden ne geliyorsa (gerçekten tüm zihnini odaklayıp düşünerek) yap... sadece düşüncende kalmasın... zamana bıraktığın şeyi ne zaman geri alabildin? düşün ve uygula, zaman kaybetme... karşındakine sonsuz anlayış göster... kaybedeceğin bir şey olmadığını göreceksin..

     anlaşmazlığa düştüğünde öfkelenme, kinlenme... bazen anlamamak değil, anladıklarını o anda düşünmek istememek doğurabilir tüm anlaşmazlığı. anlayışla karşılamaktan yorulma o güne kadar.... bazı şeyleri zamanı geldiğinde eleğinden geçirmen, her ikiniz için de huzurlu bir seçenek olabilir.

     iyi bir insan olduğunu düşünüyorsan, ne dile getir, ne yüze vur, ne de yanlış anlaşılacak cümleler içinde  bahset. karşılık görmek için yapıyorsan, hemen orada dur. bunun için değilse tüm desteğin, desteklemeye devam et. farketsen de farketmesen de, elbet karşılığını alacağın, anlaşılacağın bir zaman olacaktır.

     şimdi inatçı olman için tam zamanı. inatçı ol ve karşındakini buna inandır. hayatın daha yaşanabilir olması için ne yapmak gerektiğini söyle.. söylediğin her şeye kendini de dahil etme ama. gerçekten onun iyiliğini iste ve zamanı geldiğinde kendinin de dahil ya da hariç olabileceğini hep düşün...

     içinde bunu hep taşı... devran, gün geldiğinde elbet döner...
     umudun kendisi, umuda dair her şeyden daha güzeldir...

     şimdi ben tam bu zaman dilimindeyim...
     karmaşık, sevgi dolu ve kendini baskılayan...


hasarsız kul olmaz, hasarlı sev beni


 değiştirmek için çaba gösterdiğimiz ama buna zamanımızın yetmediği bir gerçeklik, bahanelerden çok öteye gidemiyor. sana göre türlü uğraşıların iyi bir sonuç alamadığın neticesi, bir başkasına göre uzun bir manasız bahane gibi durabiliyor. çünkü ortada tek bir kesin sonuç var. elde bir şey olmadığı.

100 kişiye sorduk 1 popüler cevabı aldık. "Nasip- Kısmet". işimizin bunlara kaldığı bir dünyada, mücadeleler zor ve çetrefilli.



senin de dediğin gibi;
"sevgi belki her şeye cevap değil ama canımızı sıkan şeyleri çözmemize yardımcı olacak bir güven ortamı yarattığı kesin"...

kandığımız yerden devam edebiliriz

    umudumuzu bir yerlere koyduk, yeşerip büyümesini bekliyoruz... bunun bir zamanı yok, bunun bir çözümü yok. bir sihirli değneğin dokunacağı da yok zaten. kendimizi kandırmayı da bıraktıysak, şimdi hayatlarımıza kandığımız yerden devam edebiliriz...

madem iyi kalpli pollyanna'larız hepimiz, iyilikler istemek sonsuz özgürlüğümüz olmalı. gerçekleşmese bile, yakınlaşmasa bile tüm istek ve arzularımız, içimizden iyilikler dilemek bizi biraz daha ayakta tutar belki. bir süre daha en azından...



hep dediğimiz gibi;
keşke şartlar daha başka, hisler daha farklı olsaydı.

şimdi;
Dışarısı ışıklı ve kalabalık. Burası, bu ev, bu oda, bu koltuk… benim hiç bilmediğim, gece sana kelepir, bana müzikli ve görüntülü.. şimdi ben bi' yere bakacağım, sen bi' yerden bana…


aşık olmayın. ölürsünüz!


Olsun istersin...

Hatta yapılması gerekenden daha fazlasını, olsun diye bir şeyler, daha da fazla üstelersin...

Aşktır; ödün verir, değer verir, hepsinden öte sonsuz bir saygı gösterir, olmayacak her ne varsa bir araya getirmeye çalışır, bir günü daha mutlu bitirmeye gayret edersin. Gelecek tüm huzurlu günlerin cefasını bir çırpıda çekmeye kendini hazır hisseder bunu göğüsleyebileceğini bilirsin.

Dosttur; tüm dertlerini sırtlayıp, geçmişten gelen her ne sıkıntısı varsa, dinlemeye, bitirmeye çalışır, rahat bir günü yüzüne yansıtmak için canını dişine takarsın... Çünkü O’nun keyifsizliği, senin mutsuzluğundur... Bilirsin.

Hayattır; çekilen ne tasa varsa, elbet bu zamanların çok daha ferahı, güzeli, tazesi yine beraber yaşanacak bilirsin ve “tüm yaşadıklarına, yaşayamadıklarına, üzüntüne, derdine rağmen, doğru kişinin hep “O” olduğuna inanırsın"... Bu hiç değişmez. 

Candır; yaşanan tüm saçmalıklara, garipliklere rağmen, bunların da geçeceğini, yanlış ve hissiz zamanların bizi ne çok yoracağını ama bitiremeyeceğini bilirsin.. inanmak istersin.

Mutluluktur; hayatındaki tüm güzel adımları, başlangıçları, keyifleri, sohbetleri bir başkasıyla değil sadece O’nunla paylaşmak istersin. Bunun verdiği sonsuz hazzı bilirsin...Yine de tüm bu zorluklar "ne içindeki hisleri değiştirir, ne de başka hayaller kurdurur." Sadakatli olmayı seversin sevdiğine...

mutlu yıllar!

bugün bir değişiklik yaptım ve düşünmemek için erken yattım...
düşünmek istemiyorum. aklıma takmak istemiyorum.
sadece biraz iyi olsun,
sadece biraz yüzü parlasın istiyorum, bizi karartan her ne varsa.

bugün istiyorum özellikle...

kendime moral veremiyorum bugün ama sana verebilirim...
hep öyle olmaz mı zaten...

insanın en çok doğum gününde keyfi kaçmaz mı?

İYİ Kİ DOĞDUN...

herkesin bilmesi sana yetmez

   bazen bir gece, birileri son lafını söyledikten sonra, o dumur sessizliğinden kaçmak için zorladığımızı farkedebiliriz kendimizi...
aklımızın her sıkıştığı, karıştığı zamanlarda da, şimdiye dek duymadığımız, -muhtemelen de kimseden duymayacağımız- sözcükleri bir bir akıl tahtamızda bir yerlere sığdırmaya çalışıyor da bulabiliriz... kendi iç hesaplaşmamız bizi bir döngüye alıp, vazgeçip de serbest bırakana kadar, bunu çözmeyi beceremeyebiliriz... 

   hayal kırıklıklarının bir çoğu, canımızı sıkan monoton planların hayatımıza müdahalesinden hep... tepkisizlikler de çaresizlikten değil, ruhsuzluktan çoğu zaman... kime, niye, nasıl tepkiler vereceğini, sevdiklerini nasıl kırıp dökebileceğini düşünemeden sessiz sedasız kalıyor olmalarımız, kendi iç hesaplaşmamızın sonu gelmezliğinden...

   zaman şimdi düşmeme zamanı. soğuk bir kışı, olabildiğince sıcak karşılayıp, sımsıkı kenetlenme zamanı...

imza: bir dost


seni gücümün yettiği yere kadar sırtımda taşıyabilirim dostum... sen benim tüm eski anılarımdaki o eksik yap-boz'un en önemli parçasısın...

hayatımın en iyi sohbetlerini yaptığım, en sıkıntılı anlarımı paylaştığım, en kederli şarkılarda beraber anlam arayıp, kahkahalarınla kaçan tüm keyifimi yeniden toparladığım seni deli bozuğum...

şimdi tadın yok biliyorum. hiç bir şey için... kendine güven... her şey çok güzel olacak ve yeniden, tüm içtenliğinle, en şen kahkahalarını masamda yuvarlayacaksın... buna hazır ol, emin ol...

olur da, görürsen bu satırları bir ara,
seni ne çok özlediğimi, ne çok sevdiğimi bilmeni isterim...


biraz dinlen

uğraştığımız, canımızı dişimize takıp, bıkmadan usanmadan üzerinde kafa yorduğumuz şeyler vardır. bir de bunlardan tümüyle vazgeçmemizi sağlayacak başka küçük resimler...

uğraşılarına değip değmeyeceğini, objektif bakmadıkça anlayamayacağın çabaların, seni yeterince üzdükten sonra anlamsızlaşmasını, üzülerek görebilirsin bir gün...




çeşitli kıyaslamalar ve saçma tutkular içinde bulduğunda da kendini, kontrolden çıkan bir sağlıksız akla mukayyet olamadığını da başkaları hatırlatabilir...

bu hep olmuştur, sonraları da olacaktır...
üzülme...

gün aşırı değişken



dün zordu mesela,
bugün daha kolay gibi...
yarını düşünmedim henüz...

"birisinin bir diğeri yerine geçemedikçe, anlayamayacağı bir dönemeç" bunun uzun adı...

"merhaba!!!" bu sert keskin virajlar,
"merhaba!!!" bu derin sessizlikler...






yeni bir yıl, yeni bir hayâl

Merhaba,
yarın muhtemelen bu uzun satırları yazamayacak kadar yorgun ve bitap düşeceğimden, şu anda nispeten(!) ayık bir kafayla yazıp, paylaşmak istediğim şeyler var...

yeni yıl beklentilerimiz, kendimizde gördüğümüz buna ayak uydurabilmelerimiz vs...

belkilerimiz, keşkelerimiz...
yeni bir başlangıç, eski defterlerin kapanması, bir yenilik, bir dirilik ve bambaşka güzel adımlarla başlanacağına dair derin duygular beslediğimiz bu yeni yıldan ne bekliyoruz?


  • para, aşk, sabır, kariyer?
    belki...
  • aklımız karışık, cebimiz sıkışık, ruhumuz daralmış ve üstümüzde yoğun baskılar hissediyoruz?
    belki...
  • aldatıldık, aldattık, hatalara düştük, neresinden döneceğimizi bilemedik, eski incitenler yüzünden, hak edilmez incitmeler yaşattık iyi kalplilere?
    belki...
  • biz hep haklıydık, kendimizi doğru ifade edemedik, yanlış anlaşıldık, haklıyken haksızı oynadık?
    belki?
  • suçsuz olduğumuzu bile bile, kaybetmemek, ânı yumuşatabilmek için özür dileyen taraf olduk?
    belki...
  • elimizden gelenin en iyisini yapıp, daha iyisi için uğraştık, elimizden gelen yetemedi henüz?
    belki...
  • eski defterleri kapatmanın en güzel yolu, onu bir kere ve sonuna kadar açıp iyice okumak. bunu yap(a)mayıp, küçük küçük ayraçlar koyduk satırbaşları arasına?
    belki...
  • hepimizin bir altın bileziği var.. yeteneklerimizi göz ardı edip, erteleme hastalığına düştük. erteledikçe üşendik, üşendikçe geçiştirdik, sonunu getiremedik üşendiğimiz güzelliklerin?
    belki...
  • her iyi niyetin arkasında bir çıkar aradık. her yaptığımız iyi niyet gösterisinde "yanlış anlama" demek zorunda kaldık ister istemez?
    belki...
  • bir yaş daha aldık... buna "lanet olsun" dedik... yapacaklarımız yapamayacaklarımız listesine bir adım daha yaklaştı...
    belki...

şimdi bu dakikalar, yeni bir başlangıçla;
/42 adımda Bi'şey Yapmalı Listesi/
  • yaptığın herşeyin en iyisini, en güzelini yapmaya çalışmakla ne kaybedeceğini düşün. ertelediğin her fikir, geliştireceğin ama bir yerlerde yarı taslak halinde bıraktığın projelerin daha ne kadar saklı kalacağını, bunun kimin, ne işine yarayacağını düşün... düşünmek güzel ama yapmadıklarına nasıl hayat veririm önce onu düşün...  AKLINI KULLAN!!!

kendime not

unutuyorum...
aklımda kalamıyor...
B-12 belki başka bir şey...
bu dikkatler pek dağınık... çözemiyorum..
bahanem de hazırmış bak... ama olmadı yine işte...

vaad edebildiğim neler var baktığımda, ses etmek istemiyorum kendime...

kendimi sessizce bir kenara bırakıp, neyi unuttuğumu unutmadığım bir tazeliğe bürünmek istiyorum...


haklısın... bazen değil hep... sen hep benim iyiliğimi isterken haklısın ve bu haklılık sıkıyor seni...
bu haklılığı alışkanlık haline getirmen ne kötü...

şimdi bir güzel gecedeyiz,
tadı uçmuş, burukluğu kalmış bir şişenin dibindeyiz...
bir sahile vurur muyuz,
bir kaya bizi parçalar mı kağıdımız hamur olmadan?
Rewrite by Sia on Grooveshark

enteresan tesadüfler


hayatın hızı ne enteresan… "sesine alışabilir miyim acaba" diye düşündüğüm bir kadının yokluğuna alışamayışımla, bu şaşkınlığın arasında hızlıca geçen bir 20 gün… böyle zamanlarda hayat, ne kadar kısa olduğunu üzerine basa basa bilmemizi ister gibi, elimizi çabuk tutmamızı salık veriyor sanki…

anlamaya çalışmak


aklı, bir karış havada ve o an O'na söylenenleri dinleyemeyecek, anlayamayacak kadar karışıktı... yine de derdini anlatırsa, biraz olsun iyi hissedeceğini umarak;
-"neden böylesin" diye sordum...
-"birilerinin beni anlamış olmasını dilerdim" dedi...
-"bundan kurtulmak için ne yapmayı denedin" dediğimde,
-"hiç bir şey" dedi..
bu bana garip ve basit geldi...

ısıtınca iyileşmeyen tek şey kafa


bugün farklı..

bugün; "nasıl olsa herşey yolunda ve keyfim yerinde, "eminim ki (sanırım) senin de öyle keyfin, muhabbetin" dememem gerektiğini ilk farkına vardığım, seni anlayamadığımı, kendimi çoktan yanlış bulduğumu gördüğüm o an... şimdi...



(iç ses)
-şimdi bir düşün...
-otur düşün bir kafanı dök...
-kendini bir kâğıda çiz ve sesin sana yabancı gelene kadar konuş... sonra biraz dur ve dinle... ne demişsin... 
-Sonra biraz O'nu dinle... Duy... Anla... Geçiştireceğin cümlelere değil, sonuna kadar pür-dikkat dinleyeceğin konuşmalara ver kendini...
-sonra uyu.. uyan... ne olduğunu anlat yine kendine yabancılaşıncaya kadar...
-şimdi ikinici kez düşün...

hayat bu, yaşam böyle...


kırılmaz pencerelerimiz ardında, bize gülenleri incitmişizdir belki bir zamanlar farkına varamayarak...

beklediklerimiz bizden çok uzak, bekleyenlere de bir hayli mesafeli olduk belki bu yüzden...

hayat bu, yaşam böyle...
tarifi var... telafisi yok...

içimiz paramparça kaldığında, bunun sorumlusu bir başka yüzken, sanki bizmişiz gibi tek suçlusu, kendimizi ziyan ederiz hep... 

öyle olmasa, tüm hayal kırıklıkları bir gecelik uykuyla geçiverse keşke... o zaman daha bir insancıl, içimiz daha bir sıcak kalır mukakkak...

dostluğun itiraf gecesi

bir cumartesi akşamı (14 nisan), kimi arkadaşlarla (julia, ted, coxxie diyelim) oturup, güzel bir sohbetin içindeyken, birdenbire konu 'birbirimizi neden sevdiğimize' geldi. lâf dönüp dolaştı ama nasıl geldi oralara tam kestiremedik de.

bu, pek rastlanılmayan, o anda masada olan herkes için unutulmaz bir anıydı. etekteki taşlar, birbirimizin en sevdiğimiz yanlarını ve neden insanın böyle şeylere ihtiyacı duyduğunu anlaması için döküldü, pek de güzel oldu.

bu gibi şeyleri konuşmaya başladığınızda, hayatınızda eksik olan şeylerden birinin, kesinlikle bu olduğunu ve neden bunu daha önceden yapmadığınızı sorgularken anlıyorsunuz... iş ve sosyal hayatımız boyunca o kadar stresli  koşuşturmaların içinde, çekişme ve çekiştirmelerle ömür törpülemişiz ki, bu iyi geldi gerçekten.. siz de yapın mümkün olan en kısa zamanda...

bir puzzle bin nasihatten iyidir

    
fiş almazsan daha ucuz (:
    yukarıdaki tweet'i, "belki de artık bir yapboz'un üstesinden gelebilirim ve makus puzzle talihimi altın harflerle(!) tarihe gömüp, 260 parça ile (biliyorum ayıp bana) taçlandırırım" girişimi sonrasında, yine yapamayıp,  "eeeeaaagghhh" diyerek kutusuna kaldırdığım "Mutluluğun Resmi" 'nin ardından yazdım... gerçekten olmayınca olmuyor... insanın içinde olacak bu beceri...

...

"bir nevi uyuşturucu bu, bir nevi antidepresan." dedikleri, 'zaman öldürme parçaları birliği', 'beyin deşarj icadı' puzzle'ı bir tek,  bitmiş halini şaşkınlık ve hayranlıkla seyrederken sevdiğimi farkettim...
    en yakınımda, puzzle tutkunu, sevdiceğim *3 insanın, git gide zorlu aşamalara geçişlerini imrenerek seyrederken, (250 parçadan, 3000 li 5000 li parçalara varan macera serüveni) beceriksizliğimi, "nereden başlayacağımı tam kestiremiyorum" bahanesi altından gerçekten sıyırıp, açık açık "bilmiyorum, bilemiyorum" diyerek de afişe etmekten çekinmiyorum artık...

yapamıyorum belli ki... aşağıdaki ilk ve -muhtemelen- son puzzle'ı da (üstelik sadece 260 parça) yapmayı beceremeden tekrar kutusuna kaldırmış olmam da beni benden, sizi sizden almış olabilir...

biz bize, kim buna gelsin...

neden orada olduğunu bilmediğim zamanlardan biri bu... tam anlayamadığım halinin, pişmanlık mı, pişkinlik mi olduğuna karar veremediğim o ince çizgisinde, kaçamak dövüşlerinin tam da en hararetli akşamüstüsü. sesin aslında o kadar da sıkkın değilken, nasıl oluyor da ben, bu denli hak vermeye çalışır buldum bir anda kendimi bilemedim...

......ve sen dedin oldu galiba...

sen, bu iki kişilik düşünceleri, hep bir cümlelik, hem de tek kişilik tedirginliklerin içinden çıkartmaya çabalarken, üşengeçliğine değinemediğimiz vakitsizlikler yaşadık... hak vermek adettense, adet yerini buldu şimdi...

balık burcunu 28 Şubat'a bağlayan gece

geçen seneden bir enstantane
bir 28 Şubat beybisi olarak, doğum günü hadisesinin 4 senede bir kutlanma şansızlığından bir kaç saatle kurtulduğum için kendimi şanslı hissediyorum öncelikle...

kutlama derken, öyle çılgın partiler yok zaten... iki yanaktan öpme, bir sarılıp tokalaşma, bi' kaç sırt sıvaz(!) için 4 yıl beklemek koyardı ne yalan diyeyim :)

ancak bir balık burcu olarak da "aaa balık burcu musunnn? yazııııııkkkk" diyenlerin verdiği hissiyattan, önümdeki uzun yıllar boyunca kurtulamayacağım için de,  bir garip hisler girdabındayım aynı zamanda... Rezzan Kiraz çıkıp, "hayır arkadaşlar yanlış biliyorsunuz o iş öyle değil." dese, yüreğimize sular serpilse, ne hoş olurdu...
...

tozlu heves rafları


hayatta bazen hiç bir amacının olmayışını, sadece heveslerinin içinde boğulduğunu düşünüyorum... tüm aklındakilere, tüm sevdiğin ya da sevdiğini sandığın her ne varsa herşeye, kucak dolusu bir sevgiyle yaklaştığını, sonra da kaldığı yerden, o kimi heveslerin çoktan tozlandığı rafına gittiğini düşünüyorum..

herşeyi aynı anda aynı tutku ve içtenlikle yapabilmek mümkün müdür gerçekten?! Bunun bir ara dinlenmesi, bir dur durak noktası, bir şeylerin (heves, tutku, istek vb) kırılma eşiği yok mudur acaba?

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...