DNM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
DNM etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

"di"li geçmiş zaman üzüntüleri

olduğumdan farklı kılmalıydım kendimi… biraz aynadaki o duru akışı değiştirip biraz da hayatın farkına varıp gelmeliydim o eski durduğum yere… senin belki öyle hoşuna gidecekti… Ama “di” işte…

içten dokunuşların hayatımdaki yerilerinin en önemlisini yitirdim çoktan… hangi duvara desem, tek bir cümle çıkmadı hiç birinden… hoş, kendim bile anlayamadım ya gidişini, onlar anlamış çok mu… çok sevmek öldürürmüş , bunu bilseydim keşke önceden… “soluksuz bırakırmış çok sevmek güzel bir kalbi”…

hayatımın şehrinde henüz acısını duymadığın onca yaşam var ki.. onlardan birisi de seninki. es geçip “boşver” dediğin …

insan kendini bırakır gider bazen… omuzları koca bir yük gibi biner vücüduna… ne dik durabilir ne de mücadele etmek ister bi’şeylerle… “varsın, böyle olsun, böyle devam etisin der”… böylesi beklentilerle dolu bir hayatta, kolu kanadı kırık bir kuş gibi bükülmeyi beklemek ne acı…

ne acı böyle umutsuz beklemek, tek bir söz için sabahlara dek…

yaşam sorusu

severek sarılmak mıdır yaşam, saldırarak savaşmak mı? hangisi daha bir gerçek duruyor önümüzde?

görsel yanılgı, algısal hata

kendimizi kandırdığımız bir nokta olduğunu düşündünüz mü hiç... gece yarısı 2'den sonra gelen bir dürtüyle...

sanal sohbetlerin, gırla giden smslerin ardında, elde kalanın aslında yalnızca 10 dakikaya sığdırılabilecek kadar sohbetlerin, gerisinin kuru laf salatalarının olduğunu farkedebilmek zor mudur şu zamanda? yüklemi, öznesi karman çormanlaştırılarak bir şeyler yapılmaya çalışıldığını saatler boyu... onca "q klavye" çalışmasının, "ışığı, efekti çoktan hazır edilmiş bir minik kamera"nın, birer görsel yanılgı, algısal hata olduğunu...

ner'den başlayıp nereye gideceğini az çok kestirdiğiniz ama "ne alakası var" larla bezenip, dile gelen tüm fırsatlarda; "ben marjinalim, ben farklıyım" takıntılarıyla cezbeden taraf olarak, "tüm ülke puanları"nı kesenize doldurup herkes gibi sıradan olunduğunu...

kendinize şöyle bir baktığınızda "kendini kandırım ne zamandır prim yapıyor web alemlerinde?" diye sorsanız, cevabını yine aynı doğru olmayan hallerde mi cevaplarsınız...

en süslü cümleyi kuran 1.cilik ödülünü alır(!) adlı, tadı belirsiz yarışmadan kaç dönem daha sıkılınmayacak acaba?

en zeki halinizi, en aptal oyunlarla tüketip, en mutlu olma zamanını, en boşa harcama benciliğine ne zaman bir son vereceksiniz...

sonu aynı, tadı bir zira

hayatın zor donemeclerinden gecerken, hali hazırda ilerleyen bir yaşamın olduğu bilinciyle, devamlılık gerekliliğine düşmüş olman ve bunu kendi yaşadıklarımla özdeşleştirmem, empatik yaklaşıp, ancak “anlayabiliyor” olmamın yetersizliği üzerinde çokca durmak lazım sanırım…

biri yaşar, diğeri anlamaya çalışır… “anlıyorum” der… anlamamıştır… herkesin derdi kendine en büyük… yapabilen, en yakın örneği kendinde benzeştirmeye çalışır… bir sayar…

sırlar verilir “kimseye anlatma ama ” denilmez…. gerek yoktur… her lafın üzerine birşeyler soylenmez… susulması gerekir bazen… laf kalabalığı etmek kimi anların üzerine, sakil durması en muhtemel an olur… en sessiz ânımız, en anladığımız hâlimiz olur… kalırız öyle… kalmalıyız da bir süre…

şaşırtmak için değil, asıl geride kalmış yanlışların, “halbuki” ler beraberinde, durup da görülmediği yere konulması gerekliliğinle gun yuzune cıkarılması, bizi şaşırtmanın çok ötesine götürür… dibine kadar bir şeye sıkı sıkıya bağlanmak, verdiği zararın üzerine büyük bir örtü örtülmesi kadar olağandır… senden aldıklarının farkına varma çabukluğu, verdiklerinin değerini bilmek ile aynı zorluktadır…

bunu bilmek, bundan kaçmak gerekir… görmezden geldikçe, kayıpların çetelesi bir hayli olur… sonu aynı, tadı birlerden farklı olsun ki, o zaman sarınılası olsun her ne varsa…

tuzu kuru

tuzu kuruların empati yapabilme olasılığı nedir?

bunun dünyanın en zayıf şeylerinden biri olduğunu biliyorsan ağlak olmanın bir manası da yoktur o zaman... restini dilinde tut... eksik etme kimseden hislerini...

isyankarlığını, en yakın arkadaşının bilmesi, içindeki büyük öfkeyi azaltacağı hissine de nereden kapıldın şimdi... vazgeçecek misin?

devam etmeyen var mı bu alışkanlığına? ona anlattıklarının yarısını söylesen kimilerinin yüzüne, aslında kaybedeceğin şeylerin içinde büyüyenden çok daha değersiz olduğunu anlamayacak mısın?

zamanı geçirme lüksün yokken... bu kayıp neden...

durma öyle...

bahaneler ve bunların götürdükleri

bahanelerimizi her bir olaya denk gelecek şekilde gayet de haklı ve mantıklı (!) olarak kendimize gore sıralamaktan geri kalmayız hiç… muhakkak engellerle dolu bir hayatımız, 24 saat içine sığmayan koşuşturmalarımız, sevdiklerimize zaman ayıramayacağımız bir hafta sonumuz, “şu hastalık bir geçsin de” tadında iş-guç geçiştirmelerimiz, bi yılbaşı, bir bayram ve benzeri vukuların engel teşkil edeceği dürtüsüyle ertemelerimiz, sonu gelmeyen bahanelerimiz var bizim…

bunlar hep olan, olacak şeyler… sağda solda… en içimizden, sokak köşesindeki dilenip para içinde yüzen adama kadar hepimizde var…

sevmediklerimiz sevip de dile getirmediklerimizden daha bir kabarık listemizde… hangi tatsızlığı halletmeye çalışmadık ki… ama ya yaptık mı guzel giden bişeyleri sorgulamadan devamını getirme girşimlerine çabalamayı… durduk kaldık öyle…

dost dediğin

gittin sen ve geri dönmeyeceksin bir daha biliyorum…

aynı şehrin iki ayrı ucunda,aynı geceyi yaşayıp, aynı yağmurlarda ıslanarak, ayrı şeyler düşündüğümüzü biliyorum artık… her yalnızlığımda senin de yalnız olduğunu ve bunun seni ne kadar da korkutabileceğini düşünüyorum…bir telefon kadar yakın olman bile korkularımı yenmeme yardımcı olmuyor… zaten aramamı söylediğinden beri ısrarla,korkuyorum elimin telefona uzanmasından her seferinde… o yüzdendir daha bir endişeleniyorum sana ben…

Nerdesin demiyorum biliyorum çünkü nerde olduğunu…bensiz herhangi bir yerdesin şimdi ve eskisi gibi umrunda olmuyor kalbimi çalışların… çoktan fırlatıp atmış olduğun kalbimin kan kaybedişleri bile merhametini etkilemiyor artık…. her yalnızlığa, yanında sırf ben olmayayım diye alışmaya çalışıyorsun… sanki dünyanın en korkusuzu gibi davranınca yalnızlığın uğramayacağını düşünüyorsun sana… kimseye ihtiyacın yoktu belki ama ben çok sensiz kalmıştım ve olanca benliğimle sana ihtiyacım vardı… bunu biliyordun… bunun seni son görüşüm olduğu için, gözlerine daha fazla doymam gerektiğini bildiğim gibi, bu çaresizliğimi gözlerimden bile apaçık okuduğunu biliyordum ben… kelimeler tükenmişti dilimde ve son cümlen diyecek söz bırakmıyordu: ”elimden bir şey gelmiyor,unuttum her şeyi”

Çocuklar var sokağımda avazları çıktığı kadar bağırmanın çocukça bir şey olduğunu bilmeden çocukluklarını yaşayan çocuklar… senin de sokağın öyle mi? avaz avaz çocukluklarını yaşayabiliyorlar mı, bizim farkına vardığımızda zamanın çok gerisinde bırakmış olduğumuz çocukluğumuzu… ama en uslusu senin kızın değil mi yine, benim her zaman Hintli güzeline benzettiğim güzel kızın? sana benziyordu kızın, sen benzetemesen de bir türlü, sana bağlı olmasını istemesen de,sana benziyordu kızın…bir şeyi yapmak istemediğinizde ikinizin de yüzü aynı asılırdı ya da kahkahalarla gülerken aynı katılıp kalırdınız birbirinize benzeye benzeye…

Ama senin sokağın köpek dolu…geceden sabaha havlamaktan ve ulumaktan yorulmayan vahşi itlerle dolu sokağın… hiç sevmezdim onları. sanki onlar köpeklerin dost canlısı olduğunu bilmezmiş gibi ağızlarından salyalar akıtarak beklerdi kapı ağızlarında, sahiplerine itaatkar olduklarını göstermek istercesine… bir sokak yakınlığında olabilmek için onlara kafa tutup göğüs germeye hazırım şimdi…

Aynı şehrin iki ayrı ucunda,aynı geceyi yaşayıp,aynı yağmurlarda ıslanarak birbirimizden habersiz,artık korkularımızın aynı olup olmadığını bilmediğim gibi, her ümitsizliğimde bir sevgili mi yoksa bir dost mu en iyi sığınak olur, bunu da bilmiyordum… sen benim en iyi dostumdun ve dostlar sevgili olamazlardı sana göre…

en sonuncu renk... 2062600097

ben sana ne çok demiştim, üzülmemek senin elinde diye... düşlerini zarar görebilmesi için umumi bir yola bıraktın ve kenara çekilip izledin üzerinden geçip gitmelerini... ezsinler, sürün ama yine de devam et tutunmaya çalışmaya...

sanırım bu hep böyle oluyor...
seni üzen bir dal varsa ona konmak daha bir güzel sanki...
anlayamıyorum işte...

istemedin ama kurtarmadın da kendini bütün bunlardan... yalan söylemediğin ama anlatmadığın hallerin gibi... bir de "ben ne yaptım ki" deyişlerin...

ne çok üzülüyorum senin için... saflığın seni nerelere götürüyor...
ben biliyorum bir tek... kalsın da öyle...

sen anlatıyorsun ve ben hep seni içimde saplı müthiş ağrılarla dinliyorum... ısrarla, sadece kendi diyeceğini bilip, odaklanır hallerde, belli etmeden ince ince deşiyorsun beni...

sen benim alışkın olduğum güzel vakitlerin en sonuncususun...

kaybettim sanırım o rengi adında kalmış seni...

2062600097


kırar geçersin...
rengini kaybettim ve geri gelmez şimdi bilirim...
bugün gördüm bunu...
sorsa mıydın yine de ya da ne yapmalıydım bilmiyorum...



üzgünüm...
senin gibi değilim ne yazık...

şehr-i kasvet

acılar şehri dediğimiz yer kalbimizin içiymiş... uzak diyarlara gitmenin pek bir, hatta hiç bir manası yokmuş içe gömülmüş acılardan kurtulmak için...

biz bi salaklık etmişiz, kopmuşuz uzaklara evimizden... ev yok, dert çok, acı bir hayli, düzelmeye çalışıyoruz şimdi döküle döküle...

kendi eden kendi bulur....
bak bunu biliyorduk da, geç oldu kendimize söylemek için...

acılarımız

Acılarımız ne kadar da sadıktı bize, sanki bizden birer parça gibiydiler hepsi. Sevgilerimizse birer kiracıydı adeta... Zaptedemiyorduk bir türlü onları. Geldikleri gibi gidiyorlardı, elimizden hiç bir şey gelmiyordu....

Niye

"'Niye gidiyorsun?' diye sorardık hep, 'Niye seviyorsun?' diye
degil... 'Niye gidiyorsun, sana bunca alismi$ken... Sen bunca
ali$kanligim olmu$ken niye birakiyorsun beni?'...

Hep kötüyü ögrenmek zorundaydik. Hep terkedilmeleri, cekip gitmeleri
sorgulamak zorundaydik... Iyiyi sormazdik hic... Sebebini ögrenip
o güzelligi bir kez daha yasamak isimize gelmezdi... Nasil olsa
seviyordu ve bunu sorgulamaya hic gerek yoktu kimimimize göre..."

hazır olmak

koca bir sıfır uzaktan gelişini vurduğunda bize, buna hazırlamalıyız kendimizi... Uzun bir süre bunun farkındalığıyla yaşamalıyız...

alışıla gelmiş, hep gidecek, hiç bitmeyecekmiş gibi değil de, gittiğinde esamemiz bile okunmayacak kadar bitap düşmeye, o büyük hezimetin bizi götürüp bir daha bu diyarlara ayak bastirmayacak kadar acilar cektireceğinin bilinciyle, akibetimizi bile hatırlayamayacak kadar şuursuzluğa kapılmaya hazırlamalıyız kalbimizi...

ama bunu yapabilmek ne kadar güç gösterisi demek, onu da bilmeliyiz en başından...

zaman

"zamanın farkına varmadan yanımızdan geçmesine izin veriyoruz.... ya da göz mü yumuyoruz tüm bunlara nedir... bilmiyoruz

değişik bir ruh halindeyiz... isteklerimizi bağırmaktan korkar bir halde ama yerlerde de sürünür bir acıda mahvediyoruz kendimizi...

mutluluğun tüm ince hallerini sıkı bir elekten geçirip acıları yüzümüze vuruyoruz ve terkedip gitme zamanını bekliyoruz tüm ince halli ruhlardan kaçarcasına...

farkında olmanın hazzını yaşayıp,
acıtmanın,
kim bilir belki haklılığını anlatıyoruz kendimize kelime kelime...

bunu bir biz görürüz bize ne kadar da uzak olsa...

birimiz acısını yaşar,
birimiz bunu bilir bir halde..."
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...